Türkiyenin AB ile müzakere süreci,
Türkiyede yaşayan halklar açısından yeni bir sayfanın
başlangıcıdır. Bu başlangıcın
günlük yaşantımızdan devletle olan ilişkilerimize
kadar ciddi ve köklü değişiklikler yaratacağını
bir önceki yazımda belirtmiştim. Bu yazıda daha çok
Kürtlerin bu sürece nasıl ve ne gibi araçlarla dahil olmaları
yönünde düşüncelerimi ortaya koymaya çalışacağım.
Modern anlamda Kürt örgütlerinin tarihi Türkiye Cumhuriyeti
tarihiyle eş zamanlıdır. Amaç ve bileşenleri,
politik söylem ve sloganları ortaya çıktıkları
dönemlere göre farklılık göstermekle birlikte, 1900 yılların
başından 1990lı yıllara kadar kurulan tüm parti
ve örgütlerin ortak özellikleri, gizli koşullarda kurulup,
illegal mücadele yöntemlerini kullanmış olmalarıdır.
Kuşkusuz böylesi örgütlenme ve mücadele yöntemini seçmiş
olmaları, Kürtlerin tercihi değil, bizzat devletin Kürtlere
yönelik politikalarının bir sonucuydu.
Gizlilik paydasına ek olarak, 60lı yıllardan
sonra Kürtlerin kurduğu tüm örgüt ve partilerin aynı zamanda
sol tandanslı olmalarıdır. O dönemin özgün koşullarının
doğal bir sonucu olarak kimi Sovyetleri, kimi Çini işin
merkezine koyarak politikalarını oluşturdu. Süreç
içerisinde bu temel eksende ortaya çıkan örgütlerin türevleri
boy gösterdi. Her yeni çıkan örgüt bir öncekinden farklılığını
ortaya koymak için, yeni zorlama teoriler geliştirdi. Hatta
kimileri giyim ve kuşamlarıyla farklılıklarını
yansıtmaya çalıştı. Aslında hepsinin beslendiği
yaşam damarı ve kültür kaynakları aynıydı.
Tek farklılıkları ise, isimleriydi. Bu aynılık
1980li yıllara kadar devam etti. 1984 yılında PKKnin
silahlı mücadele yöntemini devreye koymasıyla birlikte
mevcut olan aynılık, mücadele yöntem ve araçları
itibariyle farklılaştı. Daha sonraki yıllarda
diğer tüm örgütler de silaha yönelmelerine rağmen, -başlamadan
terkettiler- bu farklılık günümüze kadar süregeldi.
1990 yılı ise Kürtler açısından farklı
bir sürecin başlangıcıdır. HEP (Halkin Demokrasi
Partisi) ile birlikte Kürtler, Türkiyede ilk kez adı ve programı
Türkçe de olsa kendi legal demokratik partilerini kurma yolunu seçerek,
bir ilke imza attılar. HEPin 1993 yılında kapatılmasının
ardından daha geniş tabanlı DEP kuruldu. Ancak, gerek
devletin legal Kürt mücadelesine yönelik baskı ve sindirme
politikaları ve gerekse Kürtlerin kendi aralarındaki sürtüşmeleri
ve bu alanı illegalitenin vermiş olduğu alışkanlıklarla
kullanmaları, hareketin tıkanmasına yolaçtı.
Bu tıkanma kısa süre içerisinde ayrışmaya ve
bölünmeye dönüştü. Bir taraftan DEPin devamı olarak HADEP-DEHAP
ve bugün partileşme sürecini yaşayan DTH, diğer faraftan
ise DDP-DBP ve Hak Par. Bunların yanısıra her iki
tarafa da bulaşmadan kendi kabuklarına çekilen kesimler...
Geçmişte bu alanda yaşanan tıkanıklık
ve nedenleri üzerinde pek fazla durulmadı. Olay daha çok ideolojik
ve politik yaklaşım farklılığı temelinde
ele alındı. Işin kolayı tercih edildi. Farklılıkları
bir zenginlik kabul edip ortak bir payda yakalama yerine, ayrı
çatılar altında yaşama yoluna gidildi. Dolayısıyla
DEPin birer devamı olan partilerin kuruluş süreçlerinde
ve sonrasında da sıkıntı aşılmadı,
aksine daha da derinleşti.
Çünkü DEPteki ayrışmanın asıl nedeni
olan illegalitenin gölgesi, DEP sonrası partilerde kendisini
daha yoğun bir şekilde hisettirdi.
Bunun sonucu olarak, birinci gruptakiler kitlesel bir güce
sahip olmalarıyla birlikte, her seçimde bir öncekine göre güç
kaybettiler. Ikinci gruptakiler ise, yeter ölçüde orgütlenemediler.
Gelinen aşamada Kürt siyasetindeki mevcut krizi eskide
israr etmekle çözmenin olanaksız olduğu bizat mevcut legal
partilerin başındakiler tarafından dile getirilmekte.
Çözüm olarak bu partiler üzerinde varolan illegal
gölgenin sona ermesi yönünde öneriler sunulmaktadır.
Dolayısyla A.Melik Firatın değişmesi Hak-Parı düze çıkarmayacağı
gibi, DEHAPın kapatılmasıyla Tuncay Bakırhanın
yerine Orhan Doganın ya da Hatip Diclenin gelmesi de DTHyi
DEHAPtan daha güçlü kılmayacaktır. Çünkü bu partiler,
ne başlarındaki liderlele ne de kapılarındaki
tabelalarla anılıyorlar. Bunlar ve bunların öncülleri,
dün olduğu gibi bu gün de arkalarındaki illegal örgütlerin
adlarıyla tanımlanıyorlar. Dolayısıyla
bu partilerin çıkmazı, aslında arkalarındaki
illegal yapıların yaşadıkları krizin bir
sonucudur.
Oysa günümüz koşullarında mevcut olan siyasal krizi
sancısız bir şekilde atlatmanın yol ve yöntemleri
de vardır. Ne Türkiye 90lı yılların Türkiyesi,
ne de Kürtler. Bu süre içerisinde dünyada, yaşadığımız
bölgede ciddi değişiklikler oldu, oluyor. Türkiye red
ve inkarcı mantığını terketmeye başladı.
Avrupa ile bütünleşmek için de olsa, üstelik kendi içinde yaşadığı
ciddi engellemelere rağmen, değişmek ve gerçekleriyle
yüzleşmek zorunda.
Bu nedenle, Kürtlerin varlığının inkar
edilmediği ve Avrupa Birliği ile müzakere sürecini yaşayan
bir Türkiyede Kürt sorunun çözümü için illegal ve stalinistvari
yöntemlerle mücadele, ihtiyaç olmaktan çıkmıştır.
Özellikle silahı bir mücadele yöntemi olarak seçmeyen örgütler
için illegalitede inat, dünde yaşamaya ısrar etmektir.
Bugün Kürt kelimesinin içerisinde yeraldığı
bir partiyi bile Türkiyede kurmak mümkündür. Kapatılması
halinde, yerine yenisini koyma gibi tecrübelerimiz, bugüne kadar
yaşadıklarımızla da mevcuttur.
Bu anlayıştan hareketle legal demokratik mücadelenin
temel aracı olan Kürt orijinli partilerdeki tıkanmayı
aşmanın ve Kürt sorununu demokratik bir biçimde çözüme
kavşturmanın önkoşulunu üç ana başlık altında
sıralarsak:
1- Illegalitenin terkedilerek, demokrasinin evrensel kurallarını
içselleştirecek ve işleyişinde şeffaflığı
esas alan legal partilerin kurulması.
2- Kürt sorununu saklayıp gizlemeden, aksine sorunun
çözümünü merkezine koyan bir programla donatılması.
3- Türkiyelileşmeden çok Kürdistanileşmeyi, bir
başka deyişle merkezi iktidardan ziyade, yerel iktidarların
hedeflenmesi.
Bu temel koşullara paralel olarak soğuk savaş
döneminin birer ürünü olan lider ve yönetici kadrolarının
yerine, farklılıkları zenginlik, uzlaşmayı
bir kültür olarak kabul eden ve herşeyi kendinden menkul görmeyen
yeni kuşağa yolun açılması..
Bu anlayışla bir yeniden yapılanma başarının
garantisi olmasa bile, en azından denenmeye değerdir...
17 Ekim 2005
|