Nihayet
beklenen gün geldi... Türkiye, içte ve dıştaki kimi engelemelere
rağmen Tarihi eşik olarak adlandırılan engeli
de aşarak, Avrupa Birliğine bir adım daha yaklaştı.
Yaklaştı diyorum, çünkü bu eşiği aşmanın
AB ile bütünleşme anlamına gelmeyeceği herkesçe bilinen
bir gerçek.
Müzakere sürecinin ne zaman ne şekilde sonuçlanacağını
şimdiden kestirmek güç. Ancak, Türkiyenin Avrupa ile bütünleşme
sürecinin her halükarda ülkeyi demokratikleştireceğini
ve Türkiyede yaşayan herkesin günlük yaşamından
sosyal ilişkilerine kadar köklü değişikliklere yolaçacağıni,
şimdiden söylemek mümkün.
Kopenhang Kriterlerine uyum çerçevesinde yapılan, 3
Ekim müzakere çerçeve belgesine göre yapılacak olan reformlardan
geri adım atılamaycağı ve sürecin tersine çevrilemeyeceği
gözönünde bulundurulduğunda, 10-15 yıl olarak tahmin edilen
bu sürecinin olumsuzlukla sonuçlanması bile, bir kazanım
olarak değerlendirilmeli.
Bu
sürecin kazanımlarının yanısıra bir maliyetinin
de olacağı ayrı bir gerçek. Ancak bu bedeli ödeyecek
kesim, asıl olarak sürece karşı çıkanlar ve
devlet olmakla birlikte, sürece taraftar olanlara da kimi sorumluluklar
yüklemektedir.
Bu kesimlerin bireysel ve toplumsal hak arama mücadelelerinde,
yeni süreci kavramaları, eski alışkanlıklarını
terkedebilmeleri, sürece denk düşen söylem ve taleplerle ortaya
çıkmaları, katlanmaları gereken bedeli en aza indirecektir.
Eski alışkanlıklarda ısrar etmeleri ise,
dışlanmalarına, sürecin gerisine düşmelerine
yolacacaktır.
Bu sürecin Kürtler açısından anlamı nedir
ve ne olmalıdir.
Dış dinamiklerin en az iç dinamikler kadar önem
kazandığı günümüz dünya konjönktüründe, Türkiyenin
Avrupa ile bütünleşme süreci en fazla da Kürtlerin yaranınadır.
Çünkü Türkiyenin bu projeye dahil olabilmesi için siyasal anlamda
demokratikleşmesi, devletin işleyişinde şeffaf
olması, sivilleşmesi, insan haklarına saygılı,
evrensel hukuk ve Avrupanın değer yargılarını
içselleştirmesi gerekmektedir. Açıkçası Türkiye,
yaşamın her alanında insana saygıyı esas
alan ve insanı işin merkezine koyan bir yeniden yapılanmayi
gerçekleştirmek mecburiyetinde.
Bu yeni yapılanma sürecinde en çok sevinenler, kuşkusuz
bu güne kadar dışlanıp horlanan, en temel insani
hakları elinde alınan ve hep ikinci sınıf insan
muamelesi gören başta Kürtler
olmak üzere, toplumun diğer ezilen kesimleri olacaktır.
Tıpkı son üç yılda Kopenhang Kriterlerine
uyum çerçevesinde yapılan bir kısmı hala günlük yaşama
yasımayan düzenlemelerde olduğu gibi...
Örneğin Kürtlerin red ve inkarının terkedilmesi,
Kürt dili ve kültürünün gelişmesi önünde duvar gibi duran kimi
engellerin aşılması, zamanı ve süresi çok ilkelce
belirlenmesine rağmen Devlet kanallarında Kürtçe yayının
başlanmış olması, Kürtlerin Türk mahkemelerinde
kendi anadilleriyle savunma yapabilmeleri gibi kimi kazanımlar,
salt Kürtlerin dünden bugüne mücadelelerinin bir sonucu değildir.
Bunlar, daha çok ABnin hazırlık aşaması için
Türkiyenin önüne koyduğu ev ödevlerinin bir sonucudur.
Bu nedenle Kürtlerin, Türkiyenin Avrupa Birliği ile
uzun zaman alacagı şimdiden belli olan pazarlık sürecinde
etkili olabilmeleri ve taleplerini gündeme taşıyabilmeleri
için, herşeyden önce bu yeni sürece adapte olmaları, ve
sürecin ruhuna göre davranmaları gerekir.
Çünkü, Kopenhang Kriterlerinden 3 Ekimde kabul edilen çerçeve
belgeye kadar Avrupanın ödev olarak Türkiyenin önüne koyduğu
şartlar, Türkiyedeki toplumsal muhalefet ve Kürtler için de
uyulmasi gereken kurallardır.
Yani
devletin antidemokratik bir uygulanmasına karsi çıkıldığı
gibi, muhalefetin ve de Kürtlerin demokratik olmayan hak arayışı
da Avrupalılarca kabul görmeyecektir.
Bu
bağlamda Türkiyedeki toplumsal muhalefet ve Kürtler de kendilerini
dönüştürmek, mücadele yöntem ve araçlarını gözden
geçirmek zorundadırlar.
Talep
ve çözüm önerilerini yeni sürecin mantığına göre
yeniden förmüle etmeleriyle dış dinamiklerlerin desteğini
alabilir ve Türkiyenin demokratikleşme süreci üzerinde aktif
bir rol oyanayabilme şansını yakalayabilirler.
Bu
ise, demokratikleşme sürecini hızlandırır ve
sorunların daha sancısız bir şekilde çözüm bulmasını
sağlar.
06.10.2005
|