Sovyet Blokunun yıkılmasıyla
birlikte ABDnin liderliği esas alınarak dünya, siyasal
anlamda yeniden tanımlandı. Genel ve bölgesel düzeyde
uygulanacak projeler geliştirildi.
Yeni Dünya Düzeni adı altinda
geliştirilen bu projenin ilk pratik adımı, 1989 yılında
Berlin Duvarının yıkılışıyla
birlikte atıldı. Bunu, çorap söküğü gibi, doğu
bloku ülkelerinin birer birer dağılması izledi.
Ilk etapta bu ülkelerde yapılmak istenen, eski diktatoryal
rejimlerin kansız bir şekilde son bulması ve yeniden
yapılanma sürecinin başlatılmasıydı. Bunun
sancısız bir şekilde gerçeklesmesi için bir çok ülkede
uzun süre eski yöneticilerle yola devam edildi. Bu politika önemli
ölçüde amacına da ulaştı.
Sivil halk hareketiyle Gürcistanda başlayan, Ukrayna ve Kırgızistan
ile devam eden yeniden yapılanma, Yeni Dünya Düzenine nihai
uyumun bir sonucudur. Bu ülkelerde, eski rejim yöneticilerinin iktidarlarına
son verme hareketinin diğer ülkelerde de meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Ancak, Yeni Dünya Düzeni adı altında gerçekleştirmek
istenen değişim ve yeniden yapılanma, salt doğu
bloku ülkeleriyle sınırlı değil. Adından
da anlaşıldığı gibi dünyanın yeniden
dizayn edilmesi projesidir.
Son dönemlerde sıkça tartışılan
Büyük Ortadoğu Projesi de, Yeni Dünya Düzeninin önemli bir
bögesel versiyonudur. Ortadoğuda bu projenin hayat bulması
için belli ölçüde dış müdahaleyi zorunlu kılmaktaydı.
Bunun ilk adımı ise,
1991 yılında Iraka yönelik yapılan kısmi kuşatma
oluşturdu. Bu harekatla birlikte Amerikanın ilk bölgesel
muttefikleri olan Kürtler ve Şiiler politik sahnede yerlerini
almaya başladılar. Özellikle Kürtler bu süre içerisinde
ciddi bir biçimde kendilerini yeniden yapılandırarak,
bölgesel yönetimlerini kurdular. Bunu, bağımsız bir
devlete temel oluşturabilecek şekilde kurumlaştırdılar.
2003 yılındaki Irak savaşında Amerika nezdinde
Kürtleri vazgeçilmez kılan, onların son 10 yılda
kaydettikleri başarılarının doğal bir sonucudur.
1989 yılında Berlin
Duvarının yıkılmasıyla birlikte başlayan
değişim rüzgarı nasıl ki tüm doğu
bloku ülkelerine yayıldıysa, eş zamanlı olarak
Iraka yapılan müdahale ile birlikte ortaya çıkan değişim,
ortadoğunun diger ülkelerine de tek tek yansıyacaktır.
Son dönemlerde Suriyeye yönelik
Lübnandan çekilme baskilari, Irana yönelik ileri sürülen
değişim talepleri, Mısırda rejim değişikliğine
yol açabilecek serbest seçimlerin yapılacak olması, Arabistan
ve diger ülkelerde az da olsa atılan demokratikleşme adımları,
bu yansımanın ilk belirtileridir.
Iraktan sonra sıranın Suriye, Iran ve Lübnana geleceği
yönündeki söylentiler ise, boşuna değil. Çünkü bu ülkelerde
etnik ve dinsel farklılıkların yolaçtığı
çelişkilerin yoğun olması, Irakta olduğu gibi
Amerikanın işini kolaylaştırmaktadir.
Amerikanın Kürt
politikası
Amerikanın ortadoğu
projesinde Kürtlere önemli yer verilmektedir. Bu politikanın
aktörleri ise, güneyli Kürtler dir. Diğer parçalarda yaşayan
Kürtlerin geleceği, önemli ölçüde bu parçadaki gelişmelere
ve buradaki Kürtlerin başarılarına bağlıdır.
Böyle olması nedensiz değildir. Bir nedeni, güneyli Kürtlerin
uzun soluklu mücadeleleri ve anti-amerakancı olmayan politikaları
ise, diğer bir nedeni de Irakin özgül konumuydu. Bu nedenle
de Amerikanın Ortadoğu Projesinin ilk adımı
Irak, Kürt politikasının ilk aktörlerini de güneyli Kürtler
oluşturdu.
Ancak bu durum Türkiye, Iran ve
Suriye tarafından hiçte hoş karşılanmadı.
Bunlar, Amerikanın Kürtlerle olan ilişkileri konusundaki
hoşnutsuzluklarını her firsatta dile getirmelerinin
yanısıra, bu birlikteliği bozmak ve ortadoğu
projesini başarısız kılmak için ciddi çaba içerisinde
oldular. Özellikle Iran ve Türkiye, kendilerine karşı
mücadele eden kimi örgütleri bahane ederek Iraka müdahaleyi
adeta su yoluna dönüştürdüler. Bu ise, ABDnin bölegesel politikasını
belli ölçülerde sekteye uğratıyor ve aksamasına yol
açıyordu. Bu politikanın sancısız bir şekilde
yürümesi için bu ülkelerin ileri sürdükleri kimi bahanelerin ortadan
kaldırılması gerekiyordu.
Bu nedenle 1998 yılında PKK Genel Başkanı Abdullah
Öcalan, Suriyeden çıkartılarak şartlı
bir şekilde Türkiyeye teslim edildi. Iranın bahane ettiği
Halkın Mücahitleri gibi kimi örgütlerin Iraktaki faaliyetleri
sınırlandırıldı. Böylelikle Türkiye ve
Iranın eli kolu bir ölçüde bağlanmış oldu.
Mart 2003 yılında Iraka
yapılan fiili müdahale ise, Amerikan-Kürt ittifakının
stratejik bir düzeye çıkmasını sağladı.
Bunun en önemli göstergesi, Kürtlerin yıların mütefiği
olan Türklere tercih edilmesiydi.
Irak savaşıyla birlikte
Türk-Amerikan ilişkilerinin yıpranmasının nedeni,
1 Mart Tezkeresinin iptali değildi. Bu, sadece dışarıdan
görünen ya da yansıtılan yüzüdür. Tezkerenin
geçmeyişinin temel nedeni, her koşulda Türk askerinin
Güney Kürdistana giremiyeceği yönündeki Kütlerin dayatmasının
Amerikan tarafından onay görmesiydi. Çünkü Kürtler, Türk askerinin
güneye girmesini hiç bir koşulda istemiyorlardı. Sonuçta,
Amerika da bunu kabullenmek zorunda kaldı. Kapalı kapılar
ardında yapılan alışverişin sonucu bu yönde
cereyan edince, Türk Devleti de görüntüyü kurtarmak için 1 Mart
Tezkeresini meclisten geçirmeyerek, bunu iç malzeme olarak kamuyoyuna
sundu.
Mart 2004 yılında onaylanan
"Geçici Irak Yasası" ile federe devlet kurmalarının
garantiye alınması, merkezi Irak hükümetinin alacağı her türlü yasa ve yönetmenliklerin
veto edilebilmesi ve Saddam
döneminde Kerkükün Araplastırılması nedeniyle göçe
zorlananların yeniden dönebilme hakkının sağlanması,
Kürt-Amerikan ittifakının hangi düzeyde olduğunu
çıplak bir biçimde gözler önüne sermektedir. Bu ittifakın
sonuçları, önümüzdeki süreçte de somut olarak birer birer ortaya
çıkacaktır.
Ayrıca, Kürt-Amerikan
ittifakı sadece Irak ile sınırlı kalmayacaktır.
Bu işbirliği Amerikanın Iran, Suriye ve hatta kısmen Türkiyeye
yönelik politikaları için de geçerlidir. Gerek Iranda ve gerekse
Suriyede Kürtler dışında Amerikanın işbirliği
yapabileceği muhalefet kesimi ya hiç yok, ya da çok cılızdır.
Türkiyenin demokratikleşmesi, ortadoğu ülkeleri için
örnek oluşturması ve sonuçta
ABye girebilmesi için de Kürt sorununa çözüm bulması bir zorunluluktur.
Bu yönüyle, Ameraika ile Türkiye Kürtlerinin yolları da yine
bir kavşakta kesişecektir.
Ancak, Amerikanın Türkiye Kürtleriyle birerbir ilişki
yolunu seçmesi, kısa dönemde
beklenen bir şey değil. Bunun bir nedeni, Türkiye ile
olan ortaklığı ise, diğer bir nedeni de Türkiye
Kürtlerinin Amerakaya şimdilik güven vermeyişleridir.
Bu ise, Türkiye Kürtlerinin büyük çoğunluğunun aktif
politikaya anti Amerikancı bir anlayışla başlamış
olmaları, bugün bile Amerika düşmanlığını
şu ve ya bu nedenle hala sürdürmeleridir.
Buna rağmen
Kuzeyde de, özellikle Güneydeki gelişmelere paralel olarak
Amerika ile ters düşmeyecek, günümüz dünya koşularına
uygun söylem ve politikalarla bir Kürt legal hareketinin doğması
kaçınılmazdır.
Işte,
Amerikanın
Irakta başarısızlığa uğraması
için Türkiyenin el altında çomak sokmasının nedeni
de budur. Yani güneydeki Kürtlerin kazanımlarının
kuzeye de yansıma ihtimalinin hızlı bir şekilde
kendisini hisettirmesidir. Türk solcusundan sağcısına,
milliyetçisinden dincisine kadar herkesin anti-Amerikancı olmasının
tek nedeni de, Kürt-Amerika ittifakı ve bu ittifakın Irak
özelindeki olumlu sonuçlarıdır.
Sonuç
olarak, Amerikanın "Büyük Ortadoğu Projesi"
ile Kürtlerin çıkarları önemli ölçüde çakışmaktadır.
Bu tarihi fırsatı iyi bir şekilde değerlendirmek,
Kürt halkının geleceği için hayati bir öneme sahiptir.
Birileri eliyle ortaya atılan konfederalizm gibi ne iduğu
belirsiz hikayelerle uğraşmak ise, zaman kaybından
başka bir şey değildir.
25 Mart 2005
|