Avrupa
Birliğinin Türkiye ile müzakereye başlaması için
kararın alınacağı 17 Aralıka bir hafta
kala, bu konudaki tartışmalar iyice yoğunlaştı.
Gerek Kürtler ve gerekse Türkler tarafından dile getirilen
düşünceler arasında ortak bir paydaya rastlamak, neredeyse
mümkün değil.
Hemen
herkes kendine göre Avrupayı ve Avrupa ile Türkiyenin ilişkilerini
tanımlıyor ve buna göre beklentilerini sıralıyor.
Türklerin
kendilerine göre bir Avrupa tanımını ortaya koymalarını,
ve her koşulda kendi ulusal çıkarları doğrultusunda
politika geliştirmelerini doğal karşılamak gerekir.
Çünkü niyetleri Avrupalı olmak degil,
Avrupa'nın nimetlerinden yararlanmaktır. Ayrica
Türkiyenin Avrupa Birliğine
katılımı, Türk Devletinin
kimi egemenlik haklarından süreç içerisinde feragat etmesi
ve bu haklarını Birliğe devretmesi nedeniyle, milliyetçi ve ulusalcı
kesimlerin tepki göstermelerine neden olmaktadır.
Bu
kesimlerin tepki duydukları başka bir konu da, Avrupa
ile bütünleşme sürecinde seksen yıllık resmi idelojinin
kendisini yeniden tanımlama zorunluluğudur. Bu ise, içteki
egemenliğin, bu güne kadar dışlanan, hor görülen
ve hatta inkar edilen kesimlerle belirli ölçülerde paylaşma
zorunluluğudur.
Salt
bu iki nedenden dolayi, Türkiyenin Avrupa Birligi ile bütünleşme
sürecini sekteye uğratmaları, bu kesimler için yeter bir
neden oluşturmaktadır.
Türkiyenin
Birliğe katılması, Kürtlere ne kazandırıp
ne kaybettirecek, ona bakmak gerekir.
Avrupa
Birliğine giren bir Türkiye, Kopenhang Kriterlerini yerine
getirerek, demokratikleşme sürecini tamamlamak zorunda.
Derin
Devletin temel direğini oluşturan Ordunun süreç içerisinde
küçülmesi ve Avrupa Birligine mensup ülkelerin orduları gibi
siyasi iradeye bağlı ve ona ittiat eden bir kuruma dönüşmesi
kaçınılmaz
olacak.
Merkezi
hükümet, elinde buludurduğu yetkillerin bir kısmını,
(eğitim, sağlik, ekonomik, iç güvenlik v.b.) yerel yönetimlere
devretmesi gerekecek.
Ulusal
gelirin ve yatırımların daha adil ve bölge farklılıklarını
ortadan kaldırmaya yönelik uygulllanma zorunluluğu olacak.
Türkiyede
yaşayan farklı kesimlerin, (Kürtler, Lazlar, Çerkezler,
Ermeniler, Aleviler gibi ulusal ve dinsel azınlıkların)
kendilerini ifade etme ve kendilerine özgü değerlerini geliştirme
hakkına sahip olmaları sağlanacak.
Bu ise, herkesin kendi çocuğuna istediği ismi verebilme,
kendi türküleri eşliğinde halay çekebilme ve kendi anadilinde
eğitim görebilme anlamına gelmektedir.
Serbest
piyasa ekonomisinin uygulanması sonucu, devletin küçülmesi
ve şeffaflaşmasıyla mafya ve çetelerle olan derin
ilişkilerin son bulmasi sağlanacaktır.
Listeyi
daha da uzatmak mümkün.
17
Aralikta Avrupa Birliğinin Türkiyeye yeşil ışık
yakması, en fazla demokrasiye ihtiyaç duyanlar için büyük bir
kazanım olacaktır.
Salt
bu nedenle de olsa, Kürtlerin Avrupa Birliği nezdinde, bu yönde
çaba içerisinde olmaları gerekir.
Kürtlerin
kaybına gelince, belki şu denilebilr:
Avrupa
ile bütünleşen bir Türkiyede, Kuzey Kürtlerinin bağımsız
devlet kurma gibi bir talebleri olmayacak, olsa bile taban bulamayacaktır.
Bu, Kuzey Kürtleri için bağımsız bir Kürt devletinde
yaşama idealinin son bulması anlamına gelmektedir.
Bu
ve buna benzer nedenlerden dolayı kimi Kürt çevre ve kesimlerin
beklentileri karşılanmayabilir. Bu doğaldır
da. Kaldı ki bu olayda taraf da değiliz.
Çünkü 17 Aralıkta çıkacak karar, tek başına
Kürtlerin tutumuna bağlı değildir.
Ayrıca,
Avrupanın bizim istemlerimizi birebir Türkiyeden talep etmesi,
eşyanın doğasına da aykırıdır.
Ancak,
biz Kürtlerin ulusal karekterli inisiyatif ve kurumlardan yoksun
oluşmuz, ortak düşünce üretmemizi ve ulusal çikarlar doğrultusunda
ortak tavır takınmamızı engellemektedir. Uluslararası
konjonktürde dikkate alınmamiz için bu eksikliğimizin
giderilmesi gerekir.
Herşeye
rağmen, Türkiyenin Avrupa Birliği ile bütünleşmesi
Kürtlerin yararınadır. Bu nedenle bu sürecte
yapmamız gereken şey , Avrupa'nın dayatmasıyla
son birkaç yıl içerisinde Türkiyede yasal anlamda yapılan
ve de yapılacak değişikliklerin pratikte uygullanması
için adım atmak olmalıdır.
09
Aralık 2004
|