|
Kürt
gravürlerinde sansür ve saptırma |
|
 |
Görsel Tarih Açısından Gravürün
Önemi
Bilindiği gibi gravür, fotoğrafın henüz
toplum yaşamına girmediği döneme ilişkin
bir sanat dalıdır.
İslami toplumlarda dinsel etkilerle resim ve gravür sanatı
gelişmezken, Batılı toplumlarda Rönesansla birlikte
bu sanat dallarında büyük bir aşama kaydedilmiştir.
İnsanları gerçek boyutlarıyla resmetmek, İslami
toplumlarda „Tanrı’ya
şirk koşmak“la
özdeşleştirildiğinden, yazık ki çok
önemli yeteneklere rağmen bu sanat dalları gelişemiyor
ve bunun yerine bir bakıma „yazıyı
resmetmek“ olarak nitelendirebileceğimiz hat sanatı
ve nesneleri gerçek boyutlarından çıkararak
resmetme anlamına gelen minyatür sanatı gelişiyor.
Osmanlı, İran ve Hint minyatürleri, bu dalın en yetkin ürünleri olarak sanat tarihindeki
yerini alır.
Kuşkusuz, matbaanın üçyüz yıl gecikmeyle
alınmasının yanısıra sanat üzerindeki bu tabu
ve ambargo da, İslami toplumlarda sanatın geri kalmasının
en büyük etkeni olmuş.
Oysa, aynı dönemlerde özellikle Rönesanstan sonra
bir anlatım aracı olarak resim ve gravür sanatında
büyük aşamalar kaydedilmiş, 19. yüzyılın
ortalarından itibaren de fotoğraf sanatı buna eşlik
etmeye başlamıştır.
Resim ve gravür sanatıyla Doğu insanı da Batı
literatüründe boygösterir, bir bakıma Doğulu’nun
görsel tarihi Batılılarca yazılırken; Batılılaşma
hareketiyle birlikte, özellikle Gayrimüslim ve Gayrıtürk
insanların önayak olmasıyla sözkonusu sanat dallarının
Osmanlı toplumunda da boyverdiğini gözlemliyoruz. Buna,
daha sonra Türkler’in de eklendiğini görüyoruz.
Bilindiği gibi, gerek resmi görev gerekse özel görevler
veya seyahat amacıyla Osmanlı İmparatorluğu’na
gelen Batılılar, gerek mektup gerekse seyahatname tarzındaki
anlatı eserlerinde kimi zaman görsel anlatı ürünü
olarak, bir çeşit çizgi-resim veya desen olarak
adlandırabileceğimiz gravürlere de yer vermişler
ve bu ürünler eserlere daha bir zenginlik ve güzellik
katmıştır.
Bu gravürleri kimi zaman doğrudan yazarın kendisi,
kimi zaman de onun anlatımlarına dayanarak başka ressamlar
çizmiştir. Bu gravürlerin birer sanat şaheseri
sayılabilecek örnekleri bulunduğu gibi, zayıf
örnekleri de vardır kuşkusuz.
Gravürler genellikle pastel boyalar, çini mürekkep
ve karakalem olarak çizilmiştir. Fotoğraf sanatının
gelişmeye başladığı dönemlerde bile,
kimi zaman gravürün tercih edildiği, başka bir
deyişle fotoğraflanan bir figürün zaman zaman
gravürünün tercih edildiği görülmektedir.
Kısaca, bir toplumun görsel tarihi açısından
büyük öneme sahiptir gravürler.
Resmi Görüşe Eşlik
Eden Sansür ve Saptırma
İttihad-Terakki yönetiminden başlayarak Türkçü
resmi görüş, yaşamın başka alanlarında
olduğu gibi, Kürtler’e ilişkin gravürlerde
de kendini göstermiş. Kürt gravürleri üstündeki
sansür ve saptırma olgusunu, birkaç örnekle
göstermek istiyorum.
Bunun en tipik örneklerinden biri, Fransız, İngiliz,
Alman, Avusturya ve İsveç gibi Batılı ülke
literatürlerinde „Kürd Prensesesi“, „Kürdistan
Kahramanı“, „Kürdistanlı
Kara Fatma“, „Kürd
Amazonu“; Osmanlı literatüründe „Kürd
Cengâveri, Kürd
Mücahidini, Kürd Prensesi“ gibi sıfatlarla
geçen; Kürt literatüründe „Fataraş“ olarak anılan,
ancak İttihad’dan sonra birdenbire „Türk
Kahramanı Kara Fatma“ya dönüştürülen,
1853-56 Osmanlı-Rus Savaşı’nın meşhur
kadın kahramanı Kara Fatma’dır.
Osmanlı toplum yaşamında bir dönemeç niteliği
taşıyan sözkonusu savaş, „kutsal savaş“
olarak ilan edilip tüm Osmanlı memleketlerinden yardım
talep edildiğinde, Maraş yöresinde yaşayan Sinemilli
aşiretinin önde gelenlerinden Kara Fatma da (Fataraş) himayesinde topladığı 300 dolayında
süvari ve piyade ile bu savaşa katılmak üzere
başkent İstanbul’a gider. Osmanlı ülkesinin
dörtbir yanından bu tür gönüllü birlikler
gelmesine rağmen, hiç birisi Fataraş’ın
birliği kadar ilgi çekmez. Bu nedenle Kara Fatma ve birliği,
Başkomutan Rıza Paşa’nın yanısıra Osmanlı Sultanı Abdülmecid
tarafından da kabul edilir.
Bu savaşa, İngilizler ve Fransızlar da Osmanlı
ile birlikte katıldıklarından, İstanbul, yerlilerinin
yanısıra Avrupa ülkelerinden gelen askerler,
yazarlar, gazeteciler, gezginler ve ressamlarla doludur. Bu nedenle,
bir köylü kadının komutasında İstanbul’a
gelen bu gönüllü milis birliği, hem Batılıların
hem de İstanbul halkının büyük ilgisini çeker.
Slade gibi müşavir-paşalar
Kara Fatma’nın İstanbul’a gelişini ve yaptığı
gövde gösterisini seyahatnamelerinde övgüyle anlatırken;
çok sayıda gazeteci ve ressam da kendisinin çeşitli
haber ve gravürlerini dergi ve gazetelerine taşırlar.
(1)
Kara Fatma, İstanbul ziyareti aşamasında (M. Fossati)nin
nefis bir gravürüyle önce 15 Nisan 1854 tarihli L’Illustration,
Journal Universel dergisi yoluyla (2) Fransız basınına
yansıra (Resim:l-a). Gravürün, „Kürdistan
kahramanı Kara Fatma İstanbul’da“ anlamına
gelen altyazısı şöyle: „Kara
Fatima, l’héroine du Kürdistan, a’ Constantinople“.
Aynı gravür, yaklaşık 90 yıl sonra Cumhuriyet
basınına „Tarihin
Dişi Arslanı“ altbaşlığıyla
yansıyacak (3) ve şu açıklamaları okuyacağız:
„Kara Fatma’yı hepimiz biliyoruz. Kırım Harbi zamanında
65 yaşında ohmasına rağmen
peşine taktığı yüzlerce gönüllü
ile İstanbul’a gelmişti. Yukardaki resim 1854’te
Fransızca Illustrasyon’da çıkmıştır.
Altında (Dişi Arslan) yazar.“ (Resim: 1-b)
Gravürün altında yeralan „Kara
Fatma, Kürdistan kahramanı Canstantinople’de (İstanbul’da)“
ibaresi bir kalem darbesiyle sansürlenmiş ve „Dişi Arslan „a dönüştürülmüştür.
Kara Fatma’nın İstanbul’daki görüntüleri,
bundan hemen sonra İngiliz basınında boygöstermeye
başlar. 22 Nisan 1854 tarihli The
Illistrated London News dergisi, Kara Fatma ve mahiyetindekileri
„Kara Fatma Hanım,
Kürt süvarileriyle İstanbul’da“ altyazısıyla
verir. Buna, 24 Naziran 1854 tarihli başka bir gravür daha
eşlik edecektir.
Kara Fatma, yalnız İngiliz gazetelerine değil, seyahatnamelerine
de girmekte gecikmez. Sözgelimi, İngiliz gezgin ve yazar
Lady (Mary) Shail, daha savaş tümüyle bitmeden yayımladığı
1856 tarihli bir eserinde (4), Kara Fatma’yı davulcular
ve trampetçiler eşliğinde saldırıya geçen
bir savaş gravürüyle yansıtır.
Kara Fatma, bundan yaklaşık on yıl sonra bu kez (A.
de Neuville)ün farklı bir nefis gravürüyle ünlü
Fransız seyahat dergisi Le Tour de Monde ‘a yansır.(5)
Gravürün altyazısı şöyledir: „Kara Fatma, la princesse kurde“ (Kara Fatma, Kürt Prensesi).
(Resim:2-a)
Aynı gravür, aynı yıl ünlü Alman etnografya
ve seyahat dergisi Globus’a da aktarılır.(6) Gravürün
alt başlığı ise şöyledir: „Kara
Fatma, eine kurdische Prinzessin“(Kara
Fatma, Kürt Prensesi).
Aynı gravür, 19. yüzyıl sonlarında, ünlü
kartpostal yayıncısı Max
Fruchtermann tarafından renklendirilerek (240) nolu kartpostal
olarak yayımlanır. Kartpostal yayıncılığında
o zamanki modaya uyularak altta Fransızca „Kara Fatma-La princesse kurde“ (Kara
Fatma-Kürt Prensesi), üstte ise Osmanlıca „Kürd cengâverlerinden Kara Fatma“ ibaresi kullanılır.
Kara Fatma’nın önce Osmanlı, daha sonra Cumhuriyet
literatüründe en çok kullanılan gravürü,
budur.
Osmanlı yayınlarında Kara Fatma’ya bir „Amazon“ olarak ilk değinen kişi Ahmed Midhat Efendi olur. Ahmed Midhat, Amazonlar yani savaşçı
kadınlar üstüne kurduğu 1875 tarihli yazısında,
birçok ünlü amazonun yanında Kara Fatma’ya
da yer verir. (7)
Kara Fatma’ya ve Kars cephesinde yine Osmanlı-Rus Savaşı’na
katılan başka bir Kürt kızına değinen
Osmanlı aydınlarından biri de Namık
Kemal’dir. Namık Kemal, Abdülhak Hamid’e
gönderdiği 30 Mart 1879 tarihli bir mektubunda (8), nişanlısının
peşisıra sözkonusu savaşa katılıp şehit
olan bir Kürt kızından sözeder ki, bu sonradan
Vatan Yahut Silistre’nin
baş kahramanı Zekiye tipiyle bir tiyatro eserinde yeniden
hayat bulacaktır.
Bu ve benzeri çeşitli yayınlardan sonra İttihad
ve Terakki döneminde 1914’te yayımlanan Siyanet dergisinin
4. sayısında üstteki (2-a) nolu gravür verilerek,
hiç bir kanıt gösterilmeden Kara Fatma, „Türk“
olarak sunulur. Bu, tam da „kutsal savaş“ olarak
ilan edilen Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı
yıldır. Aynı iddia, aynı derginin 15. sayısında
yayımlanan Halil Hâmid
imzalı Kürt kadınlarına ilişkin bir yazının,
dergi redaksiyonunca eklenen dipnotunda da tekrarlanır: „Silsile-i kelâma halel getirmemek için
muharririn Kara Fatma’ya ait olan fıkrasına dokunmadık.
Dört numaralı nüshamızda resmini ve tercüme-i
hâlini derc ettiğimiz Kara Fatma Kürd değil,
Türk’tür.„(9)
Oysa, bundan bir yıl sonra yine Kara Fatma’yı işleyen
Kadınlar Dünyası dergisi,
yukardaki gravürü kapak konusu yaparak, onun Kürt kimliğine
açıkça vurgu yapar. (10) Aynı derginin 38.
sayısında da; „Kırım muharebesinde ise bir Kürd
kadınının, Kara Fatma’nın Osmanlı ordusunda
gösterdiği yararlıkları
henüz unutmadık“
sözleriyle aynı belirleme yapılır. (11)
Ne var ki, Cumhuriyet dönemine gelindiğinde İttihadçılığın
gerici mirasını alan kimi sözde aydınlar, düzmece
belgelere dayanarak aynı gravürü, „93 Harbi’ne
katılan Cerid aşiretine mensup Kara Fatma“ olarak
sunmaya kalkışırlar. Bunun ilginç örneklerinden
biri, söylediklerini belgeleyemeyen İslamcı yazar Aynur Mısıroğlu’dur.
Mısıroğlu, sözkonusu eserinde (12) yukarda anılan
gravürü şu alt başlıkla vermekte bir sakınca
görmez: „Kuva-yı Milliye’nin ilk mübeşşirlerinden:
Doksanüç Harbi’nde Aziziye tabyalarında göğsünü
Moskoflara siper eden meşhur Kara Fatma mâhiyyeti ile“.
(Resim: 2-b)
Yukarda da vurguladığımız gibi, Kara Fatma, Kürt
kadın tipini dünyaya tanıtan başlıca kadın
kahramanlardan biridir. Osmanlı veya Kürt kadınından
sözaçan birçok Batılı eserde olduğu
gibi, Avusturya literatüründe de Kara Fatma’ya özge
bir yer verilir ve onun bir başka ilginç gravürü
yayımlanır. (13)
Bu gravürün Almanca altyazısı şöyledir:
„Die Kurden-Amazone Kara Fatma“ (Kürt
Amazonu Kara Fatma). (Resim: 3-a)
Gelin görün ki, sözkonusu gravür, yaklaşık
120 yıl sonra yine sözde bir araştırmacı
tarafından, „Cerid aşiretinden Çukurovalı Kara Fatma“ya
dönüştürüldü ve dahası sözkonusu
gravür „fotoğraf“ olarak sunuldu. (14)
Makale yazarı tarafından basına gösterilen ve
kaynağı gösterilmediği gibi, bir de fotoğraf
olarak sunulan sözkonusu gravürün altında şu
sözler yeralıyor: „Çukurovalı
Kara Fatma’nın 1854 yılında İstanbul sokaklarında yabancılar tarafından çekilen
fotoğrafı.“ (Resim: 3-b)
Kuşkusuz Kürt gravürleri üzerindeki sansür
ve saptırma salt Kara Fatma gravürleriyle sınırlı
değildir.
Sözgelimi Helmut von Moltke’nin
ünlü eserinde (15), Diyarbekir’den gelerek Osmanlılar’la
Mısır Valisi İbrahim Paşa arasında cereyan eden Nizib
Savaşı’na katılan „başıbozuk“
yardımcı savaşçı grupları betimleyen
ve „Bashi-bosuks. Hilfstruppen aus
Diarbekir“ (Diyarbekir’den
başıbozuk yardımcı gruplar) altbaşlığıyla
verilen bir gravür (Resim: 4-a), yaklaşık 130 yıl
sonra bir tarih dergisinde „Asakir-i
Milliye“ye dönüşebiliyor (Resim:4-b). Bu
ifadeyi gören, sözkonusu gravürü „Milli
Mücadele“ye katılan gönüllüleri yansıtan
bir resim sanır (16).
Kürt kökenli bir tarihçi olan Cemal
Kutay’ın
Kürt gravürleri üstünde yaptığı
saptırmalar bununla bitmez ve birçok kez tekrarlanır.
Sözgelimi ünlü Fransız ressam Duhousset’nin,
ünlü Fransız dergisi Le
Tour de Monde’da (Paris,1862) ve ünlü Alman dergisi
Globus’da (Braunschweig,1863) yayımlanan, „Doğanla avlanan Kürt avcısı“nı
yansıtan son derece estetik bir gravürü (Resim: 5-a),
yaklaşık 100 yıl sonra Tarih Konuşuyor dergisinde
(Sayı:4/1964) „Bir uç beyi“ne dönüştürülür
(Resim: 5-b).
Aynı yazar, L. C. Beck’in
Die heutige Türkei (Bugünkü Türkiye), (Leipzig,1877/78) adlı eserinde
„Kurdische Häuptlinge“ (KürtBeyleri) olarak geçen ve
üsttekini bütünleyen bir başka gravürü
(Resim: 6-a) ise, birkaç sayı sonra (Sayı:27/1966)
bu kez „Türk serdarının
hazer ve sefer kıyafeti“ künyesiyle verilir (Resim:
6-b).
„Kürt tipleri“ni, „Doğu’dan
Tipler“ olarak sunmak, yaygın olarak başvurulan
ilginç bir sansür tipidir. Aşağıdaki örnekte
görüldüğü gibi, Tarih Konuşuyor dergisi bu yola başvurmayı da ihmal
etmiyor. İşte, ünlü Fransız gezgin Henry Binder’in ünlü eserinde (17) yeralan H. Danger’in „Types
Kurdes“ (Kürt
Tipleri) gravürü (Resim: 7-a) ve işte Bedirhan
ailesinden Kürt kökenli bir tarihçi eliyle gravürün
aldığı isim: „Doğu’dan
Tipler“ (Resim: 7-b). (18)
Son örneğimizi,
Türkiye’de tüm tarih kitaplarında ve okul duvarlarında
„Yavuz Sultan Selim“ olarak sunulan, Sincar Kürtler’inden
Safevi Hükümdarı „Şah
İsmail Hatayî“nin bir gravüründen
vermek istiyoruz. Şah İsmail’in
gravürü (Resim: 8-a) ile Yavuz’un minyatür-portresini
(Resim: 8-b) araştırmacı-yazar ve gazeteci Murat bardakçı’nın kısa yorumuyla vermekle yetiniyoruz. (19)
Bu nasıl „tarihi
konuşturmak“sa... Tarihi böyle konuşturmaktansa,
hiç konuşturmamak daha iyi değil mi?.. Ya İttihadçı
anlayışla birdenbire tersyüz edilen gerçeklere
ve Cumhuriyet döneminde de sürdürülen bu sansüre
ve saptırmaya ne demeli?.. Yukarda yalnızca birkaç
örneğini verdiğimiz bu gerçeklik karşısında,
bulgu ve belgeleri sansürleyen ya da saptıranların
utanması gerekmiyor mu?..
Gerici zihniyetlerin geçmişte resmi veya gravürleri
yasaklamasıyla bu ziyniyetin çok mu farkı var sizce?..
Kaynaklar
1- Bu konunun ayrıntıları için bkz.
Mehmet Bayrak: Geçmişten Günümüze Kürt Kadını,
Özge yay. Ank. 2002, s. 61-90
2- S. Ataman (Sadi Yaver Ataman olmalı, M.B.): „Amazonlardan Bugünkü Asker Kadınlara“, Ana dergisi,
Sayı: 18/1939, s. l7
3- L’Illustration,
Journal Universel,Paris, 15 Nisan 1854
4- Lady (Mary) Sheil: Glimpses
of Life the Männers in Persia (İran Halkının
Gelenek-Görenekleri), Londra, 1856
5-“Les Kurdes Yezidis“
(Yezidi Kürtler/Kürt Aşiret Reisi
Kara Fatma bl), Le Tour du Monde, Cild-16, Paris, 1867, .S. 81’de
Kara Fatma gravürü. (Metnin Türkçe çeviri
için bkz. M. Bayrak: Age,s.114)
6- Globus, Braunschweig,
1863
7- Ahmed Midhat: „Amazonlar
Yani Cengâveran Zenan“, Kırk Anbar (İstanbul),
Sayı:9/1291 (1875)
8- Bkz. Fevziye Abdullah Tansel: İstiklâl
Harbi’nde Mücahid Kadınlarımız, Atatürk
Kültür Merkezi yay. 1988, s. l-2
9- Halil Hâmid: „Alem-i
Nisvan/Kürd Kadınları“, Siyanet, 2 Temmuz 1914 (19 Haziran 1330),
Sayı: 15’deki dipnot.
10- “Kara Fatma“,
Kadınlar Dünyası, Sayı: 100, 29 Şubat 1331
(1915). Aynı yazının çevrimyazısı
için bkz. M. Bayrak: Age, s. 191-192
ll- “Erkekler! Kadınlık
Yalnız Meyve Değildir“, Kadınlar Dünyası,
Sayı: 38,s.l
12- Aynur Mısıroğlu: Kuva-yı
Milliyenin Kadın Kahramanları, Sebil yay. 3. bas. lst.1994
13- Amand Freiherr von Schweiger-Lerchenfeld: Das Frauenleben der Erde (Yeryüzü
Kadınlarının Yaşamı), Viyana-Leipzig,
1881
14- Cezmi Yurtsever: „Çukurovalı Kara Fatma’nın Hikayesi“, Yenises dergisi (Osmaniye), Sayı: 76,
Nisan-2002, s. 43-45
15-Helmut von Moltke: Unter
dem Halbmond 1835-1839 (1835-39
Yıllarında Hilal’in Altında), Yeni bas. Stuttgart,
1981
16- Tarih Konuşuyor, Sayı: 34, Kasım-1966 (Kapak
resmi)
17- Henry Binder: Au Kurdistan
en Mesopotamie et en Perse (Kürdistan,
Mezopotamya ve İran’da), Paris,1887
18- Tarih Konuşuyor, Sayı:41, Haziran-1967
19- Murat Bardakçı: „Bu Resim Yavuz’un
değil!“, Hürriyet gaz. 12.02.1996 |
|
|
Resim:
1-a:
Kara Fatima. L’héroïne de Kurdistan, à
Constantinople, - D’apprès un croquis de M. Fossati.
Kürdistan Kahramanı Kara Fatma İstanbul’da
[L’Illustration Journal Universel’den, Nisan-1854] |
Resim:
1-b: Tarihin Dişi
arslanı, Kara Fatma’yı hepimiz biliyoruz. Krım
Harbi zamanında 65 yaşında olmasına rağmen
peşine taktığı yüzlerce gönüllü
ile İstanbul’a gelmişti. Yukarıdaki resim
1854’de Fransızca Illüstration’da çıkmıştır.
Altında „dişi arslan“ yazar.
[Ana Dergisi, Sayı: 18/1939] |
|
|
Resim: 2-a:
Kara Fatma, la princesse kurde (voy. P. 92) - Dessin de
A. de Neuville
Kürt Prensesi Kara Fatma
[Kaynak: Le Tour du Monde, Paris - 1867] |
Resim: 2-b:
Kuva-yı Milliye’nin Kadın Kahramanları’nın
ilk mübeşşirlerinden: Doksanüç Harbi’nde
Aziziye tabyalarında göğsünü Moskoflara
siper eden meşhur Kara Fatma mâhiyyeti ile.
[Aynur Mısırlıoğlu: Kuva-yı
Milliye‘nin Kadın Kahramanları,3. bas.
Sebil yay. İst. 1994] |
|
|
Resim: 3-a: Die
Kurden-Amazone Kara Fatma
Kürt Amazonu Kara Fatma
[-Amand Freiherr von Schweiger- Lerchenfeld:
Das Frauenleben der Erde; Viyana - Leipzig/1881] |
Resim: 3-b:
Çukurovalı Kara Fatma’nın 1854 yılında
İstanbul sokaklarında çekilen fotoğrafı
[Cezmi Yurtsever: „Çukurovalı Kara Fatma‘nın
Hikayesi“
Yenises (Osmaniye), Say: 76, Nis |
|
|
Resim: 4-a:
Bashi-bosuks: Hilfstruppen aus Diarbekir
Başıbozuklar. Diyarbekir‘den yardmcı
gruplar
[Helmut von Moltke: Unter dem Halbmond 1835-39; Yeni
bas. 1981] |
Resim: 4-b:
[Tarih Konuşuyor, Cilt-6, Say: 34/1966, Kapak] |
|
|
Resim: 5-a: Fauconnier
kurde - Dessin de M. commandant Dubousset
Doğanla avlanan Kürt
[Le Tour Du Monde, Paris - 1862 - Globus, Braunschweig - 1863 |
Resim: 5-b:
Bir Uç Bey’i... Barış ve savaş
kıyafetleriyle... (Antuvan Galan diyor ki: „- İkisi
arasında fark da gösteriyordu ki, Osmanlı Türkleri
için harb, bazılarının zannettiği
gibi münhasıran zevk ve meslek değildi. Haysiyet,
huzur ve haklarına dokunulmadıkça, Türk,
sulhü harbe her zaman tercih eder. Fakat harbi de vazifelerin
en mukaddesi sayar.)
[Tarih Konuşuyor, Say: 4/1964] |
|
|
Resim: 6-a:
kurdisch Häuptlinge
Kürt Beyleri
[L.C. Beck: Die heutige Türkei, Leipzig, 1877/88] |
Resim: 6-b:
Bir Avrupa gravürüne göre Türk serdarının
hazer ve sefer kıyafeti.
[Tarih Konuşuyor, Say: 27/1966] |
|
|
Resim: 7-a: Types
Kurdes
Kürt tipleri
[Henry Binder: Au Kurdistan en Mesopotamie et en Perse;
Paris-1887] |
Resim: 7-b:
[Tarih Konuşuyor, Cilt: 7, Say: 41, haziran-1967, kapak] |
|
|
Resim:
8-a: Yavuz Selim bahsinin geçtiği her ders kitabında
ünlü bir resim yer alır hükümdarın
kulağı küpeli tablosu...
Resim aslında
Yavuz’a değil,
can düşmanı olan İran
Şahı İsmail’e aittir...
Küpe de şiiliğin
yanısıra Hayderi Kalenderi dervişi
olmasının sembolü...
[Murat Bardakçı: „Bu Resim Yavuz’un
değil!“, Hürriyet
gaz. 12.02.1996]
|
Resim:
8-b: Gerçeği ve hayalisi... Yavuz sadece
tek bir resminde küpeli olarak göstreilmişti
ve öteki çizimlerinde küpeden eser yoktu...
Döneminden kalma resmi tarihlerde küpenin sözü
bile edillmiyordu zaten...
[Murat Bardakçı: „Bu Resim Yavuz’un
değil!“, Hürriyet
gaz. 12.02.1996] |
|
|
|