Birkaç
anı
Yıl 1987. İstanbul'da Hacıbektaş Kültür ve Turizm
Derneği'nin düzenlediği bir panele katılıyoruz.
Paneli, Şükran Yurdakul yönetecek.
Panelde Atilla Özkırımlı ve İlhan Selçuk
da var. Ancak, o gelmiyor. Panel öncesi Yurdakul diyor
ki:
-Yahu, bu tür
panellerde sürekli Kürtlerle ve Kürt sorunuyla
ilgili sorular soruluyor. Yine böyle bir şeyle karşılaşırsak
ne yapacağız?
Panelistlerden biri olan Rıza Zelyut atılıyor:
-Yahu, bana ne Kürtlerden
ve Kürt sorunundan.
Bunun üzerine, her iki arkadaşa tepki göstererek
şunları söylediğimi hatırlıyorum:
-Arkadaşlar,
bu Kürt sorunundan neden bu kadar ürküyoruz,
tabii ki bu konuda da sorular gelebilecek. Hem Türkiye’nin
en önemli sorunu olduğu için, hem de Kürtlerin
önemli bir bölümü de Alevi olduğu,
dolayısıyla ikili kimlik sorunları olduğu
için. Bu tur sorular geldiği taktir de cevaplamaya
hazırım.
Rıza Zelyut,
“sol” gelenekten gelen ve bildiğim kadarıyla
„Kızıldere“
katliamı üstüne yazdığı bir destansı
şiir kitabı dolayısıyla yaklaşık
bir yıl hapis yatmış bir arkadaş. (1) geçmişine
ve çalışmalarına bakarak, kendisini yadırgamış
ve eleştirmiştim. Eleştirdiğim bir başka
konu daha vardı. Zelyut, toplantı öncesi daha
dernek binasında otururken, iddiasız ve pervasız
bir üslupla „bütün
Mühümme kayıtlarına ve Şer’iyye
Sicillerini incelediğini
ve Pir Sultan Abdal’ın asılmasına
yol açan ayaklanmaya ilişkin hiçbir belge
bulunmadığını“ iddia ediyordu.
Oysa Osmanlı Mühümme Defterleri’nin ve
Şer’iyye Sicilleri’nin henüz binde-biri
bile Latin alfabeli yeni Türkçeye aktarılmamıştı
ve üstelik Zelyut Osmanlı Alfabesini de bilmiyordu!..
Türkiye’de bu belgeleri okuyabilen insan sayısı
ise son derece sınırlıydı. Çünkü
büyük bölümü „Siyakat“
gibi özel bir alfabeyle yazılmıştı.
Oysa, adı geçen bunları söylerken benim
„Pir Sultan Abdal“
konulu kitabım çıkmış ve orada konuya
ilişkin bir çok belgeye yer verilmiş ve Zelyut
bu çalışmadan hala haberdar olmamıştı.
Dahası bu çalışma, Martin van Brunessen’in
vurguladığı gibi Aleviliğin henüz moda
olmadığı ve bu konuda bir furyanın henüz
başlamadığı 1986 yılının
başlarında çıkmıştı. (2)
Daha sonraki çalışmalarının,
bir çok polemiğe ve eleştiriye konu olduğunu
görüyoruz. O, artık Bab-ı Ali’ye kapılanmış
ve resmi ideolojinin yedeğine girmiştir. O, artık
Aleviliği Türklükle özdeşleştirmekte
ve „Kürt Aleviliği“ olgusuna karşı
çıkmaktadır. Kendisine yöneltilen bir
eleştirideki şu sözler onun tutumu konusunda
gerekli ip uçlarını vermektedir:
„Onun kitaplarını
ve görüşlerini okurken, Türk Ordusu, Genel
Kurmay yayınları ve resmi ideolojinin Kürtler,
demokrasi ve Alevilikle ilgili görüşlerini hemen
buluyoruz. /…/ Kürt Alevileri ile ilgili söylediklerimiz
aynıdır. Alevi olan Kürtlere eskiden beri siz
(Kürt değilsiniz, Türksünüz) deniliyor.
Belli çevrelerin eskiden beri savunduğu buydu, bugün
de aynıdır. Genel Kurmay belgeleri ile Kürt Alevilerini
Ahmet Yesevi’ye dayandırıyor ve böylece
bir kalem darbesiyle Türklüğünü ispat
ettiriyorlardı. Ya da iç Anadolu’daki Bektaşilerin
Türklüğünden hareketle; Kürt Alevilere
(Siz Bektaşisiniz, o halde Türksünüz) demektedirler.
Bu, resmi görüştür.“ (3)
Yazar, Zelyut’un, „Türk ve Kürt Alevisi
denilmesini ayrımcılık ve ırkçılık
olarak gördüğünü“
vurguluyor ve bu konudaki çifte standartlı
uygulamayı şöyle eleştiriyor: „Türk
Bektaşi ve Aleviler, kendisini Türk olarak tanımlıyor.
Buna bir itirazımız yok, ayrıca Türktürler,
kendilerini öyle değerlendirmeleri doğrudur.
Sıra Kürt Alevilerine gelince, (Kendilerine Kürt
değil, sadece Alevi desinler) diyorsunuz. Kendiniz ayrım,
bölücülük ve ırkçılığın
en büyüğünü yapmıyor musunuz?“
(agy)
Özgür Ülke gazetesinin aynı sayısında,
araştırmacı Faik Bulut’un da Rıza
Zelyut’a bir cevabı yayınlanıyor. Bu cevaptan
da anlıyoruz ki, Rıza Zelyut, Dersimli Kürt Alevi
önderi Seyit Rıza ve arkadaşları için
„Çete ve çeteciler“ sıfatlarını
kullanıyor ve konuya kanıt olarak da
Faik Bulut’un derlediği „Devletin
Gözüyle Kürt İsyanları“ kitabını
gösteriyor. Bu yaklaşım da, Genel Kurmay’ın
ve benzeri çevrelerin yaklaşımıdır.
Zaten Faik Bulut da, bu nedenle isyan ediyor ve diyor ki; „kitabı
ben yazmadım, üç-beş sayfalık Önsöz
dışındaki bütün görüşler,
tümüyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
resmi görüşleridir.“(4)
Burada, yer verilen belgelerin tümü bizim arşivimizde
de mevcuttur ve en ayrıntılısı da 1934’te
basıldığını sandığımız
toplam 100 adetlik „Dersim“ rapor-kitabıdır.
Belli ki, solculuk veya demokratlık adına bazı
yazarlar, kalemlerini resmi ideoloji mürekkebine batırmakta
hiç bir sakınca görmemektedirler…
Resmi ideoloji doğrultusunda kalem oynatan bir başka
Alevi aydını da Dr. İsmail Engin.
„Doktor“ unvanı alan bu arkadaşın
da tüm çabası Aleviliği Türklükle
özdeşleştirmek ve olabildiğince Kürt
kimliğinden kaçınmak.
1997 yılında Alevilik
ve Kürtler kitabım yayımlandığında;
Hamburg’daki Deutsches Orient- İnstitut’de
görevli Dr. Erhard
Franz’la birlikte 10.10.1997 tarihli bir mektup yollayarak,
Alevilik’le ilgili bir kitap projesi dolayısıyla
benden „Kürt
Kimliği ve Alevilik: Kızılbaş Kürtler“
konulu bir yazı isteniyor. Ancak, ne Almanya’daki
yayında ne de söz verilmesine rağmen daha sonra
Türkiye’de yayımlanan Türkçe yayında
bu çalışmaya yer verilmiyor. Zaten, çalışmalarda
Kızılbaş / Alevi Kürtler konusunda bir inceleme
de bulunmuyor. Belli ki, inisiyatifi ele geçiren Engin,
Almanya’da bir enstitü’yü, Türkiye’ye
de yayıncı bir arkadaşa iğfal edebiliyor…
Almanya’da Alevilerin
Sesi Dergisi’ni de yedeğine alan İsmail
Engin ve benzeri insanlar, bizim „Alevilik ve Kürtler“ çalışmalarımızdan
da rahatsız olmuş görünüyorlar. Dr.
Erhard Franz’ın, bu kitaptan dolayı yazı
istettiğini, ancak adı geçen arkadaşın
ayak oyunlarıyla çalışmanın „Kürt Aleviliği“ ayağını
kadük bıraktığını bilmek için
kahin olmaya gerek var mi?
Dahası bu arkadaş, bir yazısında, Dr. Cemşid
Bender’in ve benim „Alevilik
Kürtlüktür“ yaklaşımı
içinde olduğumuzu iddia etmektedir. (5) Burada hemen
belirtmeliyim ki, bu yazıda andığım veya
anmadığım birçok Alevi aydınından
çok daha önceleri Alevilik’le ilgilenen, etkinliklerine
katılan Alevi Kürt kökenli bir aydınım.
C. Bender’i bilmiyorum ama benim hiçbir çalışmamda,
Aleviliği Kürtlük olarak sunduğum gösterilemez…
Ancak resmi ideolojiden bir türlü yakalarını
kurtaramayan, dolayısıyla bilimsel gerçekliği
yakalayamayan bu yazarların bir hendikapı var. Onlar,
Aleviliği ve Kürtlüğü öncelikle
Baha Sait, Naci İsmail ( Dr. Fric) gibi
ittihat ideologlarından, daha sonra da „Tarihte ve bugün Şamanizm/Türklerin Eski Dini“ kitabının
yazarı Rusya kaçkını Türkçülerden
Abdulkadir İnan gibi yazarlarda ya da askeri kaynaklardan öğrenerek
yansıtmaya çalışıyorlar. Oysa, bunların
çalışmalarının hiç biri tarihsel
ve toplumsal gerçeklikle çakışmaktadır.
Bunlar, Mezopotamya’nın ve Anadolu’nun bir
uygarlıklar, dinler ve kültürler beşiği
olduğunu unutarak Aleviliği ve Batıniliği
Orta Asya’ya taşımaya çalışmaktadırlar.
Oysa, Aleviliğin kaynağı olarak sundukları
Şamanizm, öncelikle Sibirya halklarının
dinidir ve Şaman’a yüklenen misyonların
tamamı zaten Mezopotamya inançlarında mevcuttur.
Öyle ki, bu coğrafya tarihten bu yana aynı zamanda
Şaman’ı ya da Magi aşan bir „Tanrılar
Yurdu“ dur. Aleviliği ve diğer heteridoks inançları
bu topraklardan uzaklaştırıp Türklük
adına uzak diyarlara taşımaya çalışmak,
en azından bu coğrafyanın kültürüne
haksızlıktır…
Öte yandan , Kürdoloji bilimi gibi Türkoloji
biliminin ve bir bütün olarak Oryantalizm´in babası da Batı´dır.
Çalışmalarımızda yer verdiğimiz
iki temel kaynak vardır.Birincisi, bilerek veya bilmeyerek
yer verilmeyen Kızılbaş/alevi Kürtler´e
ilişkin Batılı kaynaklar; ikincisiyse Devletin
konuya ilişkin gizli belgeleridir. Bu kişilerin ;
devekuşu politikalarını bırakıp konuya
ilişkin Batılı belgeler
için Alevilik ve Kürtler
adlı çalışmamıza, Devletin itirafçı
ve kabulcü gizli belgeleri içinse Kürtler
ve Ulusal Demokratik Mücadeleleri ve
Kürdoloji Belgeleri konulu çalışmalarımıza
bakmalarını öneriyorum…
Sol gelenekten gelen başka bir Alevi aydını da
Dersimli Reha Çamuroğlu. Bu arkadaşla
da Hacıbektaş Festivali dolayısıyla adı
geçen beldede bir kez görüştüm.
Cemal Şener’in de bulunduğu görüşmede
yoğunlukla Kürt sorunu üzerinde durduk. Kendisi,
Kürt sorununun çözümünde federatif
bir çözümden yana olduğunu söylüyordu.
Çamuroğlu’nun, şimdilerde Mehmet Ağar’ın
başkanlığındaki Doğruyol Partisi’nin
yöneticileri arasına katıldığını
görüyoruz. Kendisiyle yapılan bir röportajdan
öğreniyoruz ki, o „70’lerin önde gelen solcularından, önce Stalinist,sonra
Troçkist, sonra Anarşist“ olmuş;
şimdiyse Ağar’ın başkanlığında
ki DYP’de yönetici. Reha Çamuroğlu, şimdilerde
„Mehmet Ağar’la
ayni kafadaymışız“ diyormuş!..
(6)
Cemal Şener’in İlginç Tutumu
Alevilikle ilgili çalışma ve yayın yapan, “sol” gelenekten gelen bir başka Alevi aydını da Dersim’li Cemal Şener. Eşi de Koçgiri Aşiretinden Alevi-Kürt kökenli bir hemşehrim.
Kendisini daha tanımadan, eşinin Ankara’daki yakınları bana, ondan sözetmişlerdi. Benim o tarihlerde Halk hareketleri Eşkiyalık ve Eşkiya Türküleri, Pir Sultan Abdal gibi doğrudan ya da dolaylı olarakAlevilikten sözaçan çalışmalarım yayınlanmıştı. Hemşehrilerim, onun da Alevilile ilgili çalışmalara başladığını söylemişlerdi.
Ben de kendi payıma sevimiştim. Çünkü Kürt kimliği gibi Alevi kimliğinin de resmen yasak olduğu olduğu Türkiye’de ilk kez doğrudan bu kökenlerden gelen aydın ve yazarlar eliyle işlenecekti Kürt ve Alevilik. Nitekim Cemal Şener de, gerek yazar gerek yayıncı olarak epeyce üretim yeptı. Ülkedeyken, çıkardıkları Nefes Dergi’sini bana da yolluyordu.
Kendisiyle biri İstanbul’da, diğeri Hacı Bektaştaş’da iki kez karşılaştık ve sohbet ettik.
Tüm çalışmaları üzerine duracak ve eğilecek değilim. Ancak gözlemlediğim birşey var: O da giderek resmi ideolojinin güdümüne girerek, olumlu şeyler yapabileceği kalemini “ayıplı” bir çizgiye soktu...
Cemal Şener, son yıllarda “Aleviler’in Etnik Kimliği” konusu üzerinde yoğunlaşmakta ve “Aleviler’in Türklüğünü” kanıtlamaya çalışmaktadır. Üstelik son tutumuyla eski yaklaşımı arasında büyük çelişkiler bulunmaktadır. O, gerek internet gerekse Cumhuriyet gazetesi aracılığıyla bu konu da adeta bir kampanya başlatmış görünmektedir. Tezlerinin önemli bir bölümüne Munzur Çem tarafından ayrıntılı bir incelemeyle cevap verildiği için aynı şeyleri tekrarlamayı ve ayrıntılı bir irdelemeyi gerekli görmüyorum (7)
Ancak Dersimli olarak kendisini, Koçgirili olarak eşini ve Sinemilli olarak beni ve aşiretimi de “Türkleştirince”, en azından bu noktada –gecikmiş de olsa- bir cevap vermeyi zorunlu gördüm.
Cemal Şener’in Alevilik ve Kürtler konusunu işleyen üç yazısı bulunuyor elimde; belki başkaları da vardır, bilmiyorum (8)
Cemal Şener gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’da sıklıkla Alevilik-Kürtlük İlişkisi konusunda sorularla karşılaştığını söylüyor ve “Alevilik ve Ulusal Sorun...” konulu ilk yazısında soruna şöyle yaklaşıyor:
“Alevilik dinsel bir ayırım iken, Kürtlük etnik yani ırksal bir ayrım olarak kabul edilmelidir. Çeşitli tarihsel-toplumsal özellikleri nedeniyle zaman birlikte anılsa da bu iki kavram arasında önemli bir ayırımın olduğu kabul edilmelidir.
Bir kere tarihsel olarak ayrı dönemlerin ürünleridir. Toplumsal olarak da temelde farklı niteliklere sahiptirler. Etnik ifade olarak Kürt kavramı tarihsel seyir içinde en eski zamanlara kadar gidebilir. Ama Alevilik kavramı tektanrılı dinlerden özellikle de son tektanrılı din olarak kabul edilen İslamiyet içinden çıkmış bir yapılanmadır.”(9)
Aleviliğin İslamiyet’ten çıktığının savunulması ya da “Anadolu İslamı” ve “reforme edilmiş İslam” gibi sunulmasına ilişkin ideolojik yanlışlara girmek istemiyorum; ancak aynı kalemden çıkmış üç yazı arasındaki çelişkiye dikkat çekmek istiyorum.
Yazar, Anadolu’da 40’ı aşkın etnik gruptan ve 40’ı aşkın dinsel ayırımdan sözetmek gerektiğini belirtiyor ki; bunların yaklaşık 10 tanesi Türkler’in alt kimlikleri, bir o kadarı da Kürtler’in alt kimlikleridir. Şener, şöyle devam ediyor:
“Kürtlerİslamiyetten önce çoğunlukla düalist sayılabilen bir din olan Zerdüşt dinine mensupturlar./.../ Kürtler, İslamiyeti IX ve X. Yüzyıllarda Araplar’ın Mezopotamya’ya akınları ile tanıdılar. Kabul etmemek için çok büyük direnişler gösterdiler. İslamiyet ile üstelik, mezheplerin oluştuğu dönemlerde tanışmışlardı.
İslamiyeti zorla kabul eden kimi Kürt aşiretlerinin kimi Alevi kimi Şii, kimi Hanbeli, Maliki ve büyük çoğunluğu da Şafii mezhebini seçmiş gözüküyorlar. (İran’da sınırlı Şii Kürtler bulunmakla birlikte, oradakiler daha çok Ahlê Haq yani Ali_İlahi dinine mensupturlar.MB)
Buna rağmen bugün bile bu seçeneğin dışında tercihleri olan Kürtler’den de sözetmek olası. Kürt olup kendilerine; Keldani, Süryani, Yezidi vs. diyen Hıristiyan Kürtler de vardır. (Yezidiler dışında kalanlar, köken olarak Kürt değil, esli Asurlular’ın ve Keldaliler’in devamıdır. MB).(agy)
Kürtler’in çoğunluğunun Müslüman olmakla birlikte, bir bölümünün hala Hırıstiyan, Bahai, Budist ve Zerdüşt olduğunu belirten Şener, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“İslamiyetin yayılam süreci içinde Kürt olup dinsel tercihini Şafiilikten yana koyanlar olduğu gibi Kürt olup Aleviliği seçenler de olmuş. Üllkemizde yaşayan Kjürtler; Şafii ve Alevi inancına mensup Müslümanlardan oluşuyor. Alevi Kürtler ise tahminen Kürt nüfüsunun üçte birini oluşturuyor./.../ Türkler’in de çoğunluğunu buğün İslam ve Hanefi mezhebinden olmasına karşın Şii, Bahai, Hırıstiyan vs. Türkler’den sözetmek olası./.../
Görüldüğü gibi Alevileri salt Türk veya Kürt saymak olası olmadığı gibi, Kürtler’i de salt Alevi veya Sünni (Şafii) saymak olası değildir. Kürt olup Şafii ve Alevi inancına sahip olunabilecegi gibi, Türk olup da Hanefi ve Alevi olmak olmak mümkündür.
Türkiye’de bugün tarihsel miras sonucu; Türk Aleviden sö zedilebileceği gibi, Kürt Aleviden de Arap Aleviden de, Laz, Çerkez vs. Aleviden de söz edilebilir. (Şener, Cumhuriyette yayımlanan son yazısındaysa Çerkes Alevi olmadığını belirtir.MB)
Demek ki, etnik kimlikle dinsel kimliği karıştırmamak gerekiyor. Onları özdeş görmemek gerekiyor.” (agy)
Cemal Şener; “Kürt Sorunu ve Aleviler” konulu yazısında da; Alevi derneklerinde Türk bayraklarının ve Mustafa Kemal resimlerinin asılmasına karşı çıkanları eleştiriyor ve şöyle diyor; “Aleviler’in Mustafa Kemal’i sahiplenme gerekçesi olan; teokratik Osmanlı devletini yıkıp ümmet esasına dayalı yapıya son verip ulusal devlet kurmasının olduğunu anlamıyorlar ya da anlayamıyorlar.”(10)
Bu noktada, Atatürk’ün laikliği ve Aleviler’e getirdiği özgürlükler konusunun tümüyle bir ‘yanılgıdan ve yanılsamadan’ ibaret olduğunu belirterek, Atatürk’ün 1926 da Diyanet İşleri Başkanlığı’na yaptırdığı Kura tefsirini hatırlatmakla yetineceğim.
Laik (!) bir devletin Devlet Başkanı olarak Mustafa Kemal’in, İslmaiyet’in ana kaynağı Kuran’ın Cumhuriyet yönetimi adına yapılacak tefsiri konusunda verdiği şu ilginç direktif herhalde çarpıcı bir mesaj olacaktır:
“Yeni tefsir, ehli sünnet itikatına ve Hanefi mezhebinin görüşlerine göre hazırlanacaktı. Atatürk, başta Alevilik olmak üzere ehli sünnet (Sünnilik) dışındaki görüşlere ve Hanefilik dışındaki diğier Sünni mezheplerin görüşlerine tefsirde yer verilmesini istemiyordu. Atatürk, hüküm içeren ayetlerin de Türk-İslam geleneği göz önünde bulundurularak yorumlanmasını arzu ediyordu.”(11)
Görüldüğü gibi, teemelleri İtfihatçılar tarafından atılan Türk-İslam Sentezi, bizzat M. Kemal eliyle Kuran’da araç edilerek kurumlaştırılmaya çalışılıyor. Aleviler’in ve Aleviliğin o dönemde de özgürleşmediğini, ibadetlerinin yasaklandığını ve izlendiğini, geçmişe ilişkin gizli raporlar da itiraf ediyor. Uygulama da ise, Cemal Şener dahil, bu gerçekliği biilmeyen yok zaten...
Cemal Şener’in konuya ilişkin üçüncü yazısı, hem internette hem de Cumhuriyet gazetesinde yayımladığı “Alevilerin Etnik Kimliği...” konulu yazısı.
Bu yazıya gerekli cevap Munzur Cem tarafından verildiği için, ayrıntılı bir cevaplamayı gerekli görmüyorum. Ancak Şener’in, öncelikle benim yayımladığım, Martin van Bruinessen’in Ağa Şeyh ve Devlet (Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi (Öz-Ge yay. Ank. 1992) konulu önemli çalışması ile Türkçede yayımlanan Kürsistan Üzerine Yazılar ve Aleviler, Kürtler, Türkler adlı çalışmalarını bir kez daha dikkatle okumasını tavsiye ederim. Bu son çalışma yayımlanmadan önce 1995 yılında, kendisiyle üç gün boyunca sohbetler yaptık, bu nedenle görüşlerini yakından biliyorum.
Öte yandan, Kızılbaş/ Alevi Kürtler konusund da bizim Alevlik ve Kürtler (Öz-Ge yay.Ank.1997) Çalışmamızı incelemesini öneririm. Horasan konusundaysa çalışmanın 620-651’nci sayfalrına bakmalıdır. Burada Martin van Bruinessen’inki dahil yedi adet bilimsel makale bulunmaktadır. Bu makalelerde, Horasan-Dersim ilişkilerinin tarihsel boyutunu da görecektir.
Sinemilli, Atma, Kılıçlı Aşiretleri
Cemal Şener, birçok Alevi-Kürt aşiretinin yanısıra, mesubu bulunduğum Maraş yöresindeki Sinemilli aşiretiyle Atma ve Kılıçlı aşiretlerini Türkleştirme uğruna yoğun ve zorlama bir çaba içerisine giriyor.
Gösterdiği kaynaklardan biri, Mareşal Moltke’nin Türkiye Mektuplar adlı eseridir. (Bkz. Remzi Ktb. İst.1969) 1835-1839 yılları arasında Osmanlı Ordusunda müşavir-subay olarak bulunan Moltke’nin eserinin yaklaşık yarısı Kürtler’i işlemektedir. Bu kitap, 19. yüzyılda Kürtleri işleyen yüzlerce seyahat notlarından biridir. Burada Sinemilli, Atmalı, Kılıçlı aşiretlerinden “Türkmen kabileleri” olarak sözedilmesi tamamen bir yanılgıdır ve bu yanılgı, Şener’in yazısından 6 yıl önce 1997’deki bir yazımızda da dile getirilmiştir. (12)
19. Yüzyılda bu aşiretlerden sözaçan ya da doğrudan aşiretler üzerinde yoğunlaşan onlarca eserden sözetmek mümkündür.
Sözgelimi, yine ir Alman olan Dr. O. Blau, daha 1858 yılında yayımladığı “Die Stämme des nordöstlichen Kurdistan” (Kuzeydoğu Kürdistan’da Aşiretler-Kavimler) konulu bir incelemesinde (Zeitschrift der deutschen morgenlandieschen Gesellschaft, Leipzig-1858 içinde) daha çok İran’daki Kürt aşiretlerini; Nacrichten über kurdische Stämme” (Kürt Aşiretleri Üzerine Haberler) konulu bir başka incelemesinde de(Aynı dergi, Leipzig-1862) birçok farklı bölgenin yanısıra Maraş yöresi aşiretlerini de sıralar. Burada adları anılan Kürt aşiretleri şunlardır: Çakallü, Celikanlü, Sinamenlü, Qiliçlü, Atmülü. (Bkz. agy. S.608)
Bu aşiretler hakkında bilgi veren bir başka batılı araştırmacı ise, ünlü Fransız antrapolog Ernest Chantre’dir. (Bkz. Bulletin de la Cociété de Anthropologie de Lyon, 1881-1882).
Bu aşiretlere ilişkin en ayrıntılı bilgileri veren Batılı araştırmacı ise,1919’ad bölgeyi doğrudan gezen Bibaşı Noel’dir. İlkin, notlayarak Hevi gazetesinde yayımladığımız (Sayı:73-86/ 1998) “Binbaşı Noelin Günlüğünde Orta Anadolu Kürtleri” konulu yazıdizisinde bu aşiretlere ilişkin geniş bilgi vermektedir. Bu bilgileri M. Çem’de cevabi yazısında alıntıladığı için burada tekrarlamıyoruz.
Kürt aşiretlerinin bölgesel dağılımına ilişkin toplu listeler içeren birçok Kürdoloji yayını mevcuttur. İsteyenler, yakın döneme ilişkin bu eserlere rahatlıkla ulaşablirler.
İşin ilginç yanı, Cemal Şener’in yerli kaynaklardaki bilgileri bile rahatlıkla çarpıtabilmesidir. Sözgelimi Şener, Cevdet Türkay’ın Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler adlı eserinde; bu aşiretlerden”Konar-göçer Türkmen Ekradı (Türkmen Kürtleri)” diye sözedildiğini iddia etmektedir. Oysa, adı geçen eserde Sinemilli aşireti doğrudan (Ekrad taifesinden: Kürtler tayfasından) olarak geçmekte (age,s.148); Atmalı aşireti de (Konar-göçer Ekrad taifesinden) şeklinde geçmektedir. (age,s.210) Kılıçlı aşietiyse ya doğrudan (Ekrad taifesinden) olarak (age,s.106) ya da (Türkman Ekradı Yörükanı taifesinden) olarak geçmektedir (s.515). Aynı yerde ve devamında da bu aşiret açıkça (Ekrad-ı Kılıçlı: Kılıçlı Kürdü) olarak nitelendirilmektedi. (s.516). “Yörükan taifesi” kavramı ise açıktır ki, “yürümek” fiilinden türetilmiş ve “göçebe” karşılığı kullanılmaktadır.
Cemal Şener’in başka bir referansı ise, Sosyolog Doç. Dr. Mehmet Eröz’dür. MHP kökenli bu sosyologun bütün hayatı Kürtler’in Türklüğünü ispatlamaya çalışmakla geçmiştir. Cemal Şener’in kaynak olarak kullandığı traji-komik Doğu Anadolu Hakkında Sosyo-Kültürel Bir Araştırma (Ank. t.y.) adlı kitapçığı bende de mevcut. Bu kitapçıkta, tarihsel ve toplumsal gerçeklikle bağdaşmayan bir sürü düzmece değerlendirme yer alıyor. Kendisine sözlü kaynaklık eden Mustafa Buyrukcan, sakal göre tarak vuran ve köklü hiç bir bilgi birikimi olmayan sırada bir insan. Dolayısıyla, bu şeyhlerin kendinden menkul “Çiğil Türkü” gibi kavramlara, Çiğilli Alevi Kürtler kahkahalarla gülmektedirler.
Köyümün bağlı bulunduğu Sarız kazasının isminin, Kalmuk Türklerinin yerleşim yerlerinden biriyle eşleştirimesi de, tam bir komedidir. Çünkü Sarız’ın ismi, daha Roma uygarlığı döneminden kalma, içinden geçen Sarus suyundan kaynaklanmaktadır. Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası türünden eserlere bakıldığında (sözgelimi İngiliz bilgini Prof. Ramsay’ın eseri) bu hemen anlaşılacaktır...(13)
Sonuç
Bura da andığımız ya da anmadığımız nice kalemlerin en azından Atatürk’ün danışmanı Prof. Hasan Reşit Tankut’un gizli raporlarında dillendirdiği ölçüde bilimsel olmalarını beklerdik!
Bakınız Tankut, CHP’ye verdiği 1949 tarihli Gizli Raporunda; Aleviler’in yayılım alanlarını ve konuştukları dilleri nasıl belirlemektedir:
“Bizde Aleviler’in yoğunluğu Orta Anadolu’dadır. Muş ilinin Varto ilçesinden Ceyş üzerinden Erzurum ve Kars içinde ince bir koridor halinde Ermanistan’a kadar uzanır. Malatya ve Elazığ’dan başlayarak Maraş ve Antep üzerinden Suriye sınırına yoğun olarak dayanır. Bunlar Kürtçe konuşan aşiret hayatına bağlı 12 İmamcılar’dır.
Mersin’den başlayarak Ege’ye kadar bir Tahtacı şeridi vardır. Trakya’da Alevilik Gelibolu yarımadasının içinden başlayarak Karadeniz kıyılarından Bulgaristan’a ve Romanya’ya kadar girer.
Bizde Aleviler’in dört ana dili vardır: Türkçe, Dersim’de Zazaca, Malatya-Maraş’ta Kurmançça, hatay ve Çukurova’da Arapça” (14)
Bilimssel çalışma; herşeyden önce resmi ideolojiden kurtulmayı ve uzak durmayı ge
a- Alevilik ve Ulusal Sorun; Nefes Dergisi, Nisan-1994
b- Kürt Sorunu ve Aleviler; Cumhuriyetr gaz. 21.8.1998
c- Alevilerin Etnik Kimliği, Cumhuriyet, 18 aralık 2002-17 Ocak 2003 (4 Bölüm)
9- Yukarıdaki (a) yazısı
10-Yukarıdaki (b) yazısı
11-Metin Yüksel: Diyanet’ten Çağdaş Kuran Tefsiri; Hürriyet, 19 Kasım 1997
12-M. Bayrak: Moltke’nin Mektuplarında Orta Anadolu Kürtleri; Birnebun, Sayı:3/1997
13-Prof. Dr. W. M. Ramsay: The Historical Geography of Asia Minor; (Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası), Londra, 1890 (Bu eserin Türkçe çevirisi de yapılmıştır).
Ayrıca bkz. M. Bayrak: İngiliz Coğrafya Bilgini Ramsay ve Orta Anadolu Kürtleri; Birnebun, Sayı: 15/2002
14-M. Bayrak: Açık-Gizli/ Resmi-Gayrıresmi Kürdoloji Belgeleri; Öz-Ge yay. Ank. 1993,s.297-298rektirir. Araştırmacı ya da yazarların, kalemlerini “ayıplı” olmaktan kurtarabilmerinin birinci koşulu das budur!...
Kaynaklar
1- Dolayısıyla Ali Dersimi’nin, “Düzenin Cahili Zavallı Zelyut!...” (Özgür Ülke, Sayı:162/1994) yazısında söylediği gibi “bedel” ödememiş değil. Tabii ki ödediği bedel, “Alevilik” adına değil, “Sol” adına...
2- M. Bayrak: Devletin ve Batılı Biliminsanının Gözüyle Çalışmalarımız; Dema Nû, Sayı:51-52/2003
3- Ali Dersimi:agy
4- Faik Bulut: Rıza Zelyut’a Zorunlu Yanıt, Özgür Ülke, Sayı:162/1994
5- Dr. İsmail Engin: Alevilik ve Bektaşilik Araştırmalarında Yöntem, Yaklaşım Sorunu; Alevilerin sesi, Sayı:35/1999
6- Buket Aşçı: Reha Çamuroğlu “Mehmet Ağar’la Aynı Kafadaymışız”;Vatan gaz. Cafe-Pazar, 27 Nisan 2003-12-05
7- Munzur Çem: Bozuk Bir Plağın Tekrarı: Alevi Kürde Kimlik Yaması, Deng der.Sayı:58/2001
8- Cemal Şener’in konuyla ilgili üç yazısı: