Cemal Şener, Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerindeki tefrikalarından
sonra kitaplaştırılan ve Milliyet gazetesince
kupon karşılığı dağıtılan
Alevilerin Etnik Kimliği/ Aleviler Kürt Mü? Türk Mü?
(İst.2005) adlı kitabında; kendisini cevaplayan
ve eleştiren kimi yazarları ya da okurları bir
atasözüyle yanıtlıyor: Deveye demişler ki
(Boynun niye eğri) o da demiş ki (nerem doğru
ki boynum eğri olmasın). Tıpkı bu misal
(age,s. 74-75).
Evet, tıpkı bu misal! Cemal Şenerin güdümlü
yazıdizilerinden oluşan kitabının neresi
doğru ki, yanlışını eleştiresin
Üstteki
cümleden başlayarak, gerek yazım hatalarından
gerekse maddi ve ideolojik yanlışlarına kadar
bu kitabı eleştirmeye kalksan, bir o kadar kitap yazacaksın
En iyisi, beni doğrudan ilgilendiren birkaç hususa değinmekle
yetineyim. Bu kadarı bile, Cemal Şenerin dürüstlüğü
konusunda bir fikir vermeye yetecektir
C. Şenerin, eski ve yeni düşünceleri arasındaki
çelişkileri ve mensubu bulunduğum Sinemilli aşiretiyle
ilgili kimi görüşlerini geçmişte eleştirmiştim
(Bkz. Ortaçağdan Modern Çağa Alevilik, Ank.
2004,s. 358-364). Ancak, bir internet sayfasındaki yazısından
ve kitabı yayımlandıktan sonra, Alevilik ve
Kürtler (Ank. 1997) kitabımı da kaynak göstererek,
kendisini eleştirenleri cevaplamaya çalıştığını,
başka bir deyişle beni saptırmalarına paravan
yapmaya çalıştığını gördüm.
Çalışmamdaki belgelerden bazı cümleleri cımbızlayarak
ve saptırarak alan C. Şener, aynen şu ibareyi
kullanıyor:
Bu saptamaları da editörlüğünü Deng Dergisi yazarı
Mehmet Bayrakın yayınladığı kitaptan
okuyoruz. Herhalde bazıları bu saptamaları yapan
yazara da; Türkçü, Kemalist, Genel Kurmaycı vs. diyemez.
(age,s. 82)
Şener, cımbızlayarak ve saptırarak kendisine
dayanak yaptığı kitabımdan yararlanırken
de beni, Deng Dergisi yazarı olarak sunuyor. Cemal
Şener öncelikle şunu bilmelidir ki, yazarlık
hayatım Deng Dergisinin çıkmaya başladığı
1990 yılında değil; ondan tam 20 yıl önce
1971de Gelecek dergisiyle başlıyor. O tarihten
sonra 10larca dergi ve gazetede yazdım. Dahası, 1988/89
yıllarında Özgür Gelecek dergisini çıkardım.
Yazar ve araştırmacı geçinen bir kişinin,
bunların en azından bir bölümünü bilmesi gerekir.
Kaldı ki, çıkardığım derginin cildinin
kendisinde bulunduğunu da biliyorum.
Salt Alevilik konusuyla da, C. Şenerden en az 10 yıl
önce ilgilenmeye başlamıştım. Esasen, yazarlık
hayatım boyunca ne emek/sınıf kimliğimi,
ne ulusal kimliğimi ne de inanç kimliğimi hiç bir
zaman red ve inkâr etmedim. Belki de bu, beni diğer Türkiyeli
yazar ve aydınlardan ayıran en belirgin özelliklerden
biridir. Hele C. Şener gibi, sözde sol gelenekten gelen
ve Kürt kökenli olduğu halde bu kimliğini karartmak
için binbir yola başvuran kişilerin bu konuda söyleyebilecekleri
hiç bir şey olamaz
Alevi toplumunun çok özümsediği
ve sıklıkla ifade ettiği bir söz vardır:
Aslını inkâr eden haramzâdedir
. C. Şener,
bu öz söz karşısında kendisini yeniden test etmelidir
Daha 1970li yıllardan başlayarak, gerek doğrudan
gerekse dolaylı olarak Alevilik konusuyla ilgilendim. 1984te
yayımlanan Halk Hareketleri ve Çağdaş Destanlar
adlı kitabım, esas olarak Babai, Şeyh
Bedreddin, Şahkulu, Pir Sultan gibi Alevi önderlikli
halk hareketleriyle ilgilidir. Kitapta değerlendirilen
Ozan Tellinin Baba İshak, Şahkulu, Kelenderoğlu
Piri Mehmed destanlarının benim önerim ve katkımla
yazıldığını, önsözlerinin bana ait
olduğunu ve benim tarafımdan yayımlandığını
da vurgulayayım.
1986da yayımlanan Pir Sultan Abdal kitabım,
doğrudan bir Alevi yazar tarafından kaleme alınan
ve çokça yararlanılan ilk çalışmalardan biridir.
Cemal Şener gibi birçok kişi de bu çalışmadan
esinlenerek ve yararlanarak, benzeri konuları işlemeye
başlamışlardır. (Şenerin konuyla ilgili
ilk kitabı Alevilik Olayı, bundan iki yıl
sonra 1988de yayımlanmıştır). C. Şenerin,
zaman zaman adını andığı Hollandalı
Kürdolog Martin van Bruniessen, bu gerçeği görüp
yüksek sesle dillendirenlerden biridir. Bruniessen, Aleviliğin
daha moda olmadığı dönemlerde, Mehmet Bayrak,
Alevilikle ilgili çalışmalar yaptı diyor.
(M. Bayrak: Devletin ve Batılı Bilimadamının
Gözüyle Çalışmalarımız, Kürdoloji Belgeleri-II
içinde, Ank. 2004,s. 17-19).
Demek oluyor ki, Cemal Şener, maceracı bir sol grup
içinde olaylara karışıp, ikimizin de yakından
tanıdığı bir arkadaşın evinde
saklanırken ve gözaltına alındıktan sonra
farklı bir yönelişe girerken, biz bu tür çalışmalar
yapıyorduk
Alevilik ve Kürtler kitabı, doğrudan kendi
araştırmalarımla, Avrupa ve Amerikan kütüphanelerdinden
sağladığım Kızılbaş/ Alevi,
Ahlê Haq/ Ali- İlahi, Êzidi Kürtler ile Horasan
olgusu ve Kürt batıniliği konulu belgelerden
oluşuyor. Bu belgelerin neredeyse tamamına yakını
Türk literatürüne ilk kez giriyor. 350 Sayfalık kendi araştırmam
dışında yaklaşık 450 sayfa tutan bu
belgeler, o güne kadar kısmen bilgisizlikten, kısmen
de kasten literatüre sokulmamıştı. Çünkü, İttihad-
Terakkiden başlayarak, Kızılbaş/ Aleviliği,
Bektaşilik içinde eritilmeye ve Türkmen Müslümanlığı
olarak sunulmaya çalışılıyordu. Bu nedenle,
Cemal Şenerin yapmaya çalıştığı
yeni bir şey değildir ve tersine İttihad güdümlü
Baha Saidlerin, Kemalist güdümlü Abdülkadir İnanların,
İnönü güdümlü Mehmet Şerif Fıratların,
1960lı yıllardan sonraki Asker güdümlü M. Fahreddin
Kırzıoğluların ve MHPli Mehmet Erözlerin
yapmaya çalıştığının bir uzantısıdır
Yaptığımız çalışmanın yazarları
ve çevirmenleri ortadadır ve tek-tek belirtilmiştir.
Oysa Cemal Şener, Arap alfabesini ve Osmanlıcayı
bilmediği, dahası gizlilik derecesinden dolayı
siyakat ve benzeri yazılarla yazılan ve Türkiyede
ancak sayılı insanın okuyabildiği Mühimme
kayıtları ndan oluşan Osmanlı Belgelerinde
Aleviler- Bektaşiler (İst. 2002) türünden bir
kitaba adını koymakta bir sakınca görmüyor. Ahmet
Hezarfenin çevrimyazısını yaptığı
Osmanlı Belgelerinde Dersim Tarihi nde de (İst.
2003) Cemal Şener, (Yayına Hazırlayan) konumundadır.
Hemen belirtelim ki, birkaç belgeyle Dersim Tarihi yazılmaz.
Belli ki Cemal Şener, kendi aşireti Şeyh
Hasan ın kökenini bulmaya çalışıyor
ve belgelerde karşısına Şeyh Hasanlı
Ekradı yani Şeyh Hasan Kürtleri çıkıyor
(Bkz. Osmanlı Belgelerinde Dersim Tarihi, Etik
yay. İst. 2003, s.10).
Arapçada ve Osmanlıcada Etrak ın Türkler
anlamına geldiğini kabul eden Şener, bu kez
Ekrad ın Kürtler anlamına gelmediğini,
tersine konar-göçer topluluklar anlamına geldiğini
kanıtlamaya çalışıyor
Bu konuda, Doç. İbrahim
Yılmazçelik ve Doç. Ali Tayyar Önder gibi resmi yazıcıları
imdada çağırıyor (age,s.6-7). Kendini hiç yorma
sevgili Cemal Şener, biz bu filmi daha önce Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü yayınlarında ve
Türk Kültürü dergisinde de gördük; Bedri Noyanla gördük,
Yusuf Halaçoğlu ile gördük
İstersen bir de bizim Kürdoloji Belgeleri-II adlı
çalışmamızın Kör Yusuf Ziyaeddin Paşanın
Kürdistandaki Tedip ve Tenkilleri bölümüne bak ve incele.
Burada, adı geçen Osmanlı Paşasının
18. yüzyılın sonu ile 19. yüzyılın başlarında
özellikle Dersim bölgesindeki cezalandırmaları anlatılıyor.
Osmanlı yönetimi, daha diğer Kürt beyliklerine yönelmeden
Dersimdeki aşiretleri ve özellikle de senin mensubu bulunduğun
Şeyh Hasan Aşireti ni vuruyor. Öyle ki, bir
gecede hile ile bu aşiretin yüzlerce önderinin kellesini
kesiyor. (Bkz. Age,s. 484-522).
Bu cezalandırma harekâtını bizzat izleyip kaleme
alan, dönemin tarihçisi Hasan İzzet Efendi, bu aşireti
defalarca Şeyh Hasanlu Ekradı yani Şeyh
Hasan Kürtleri olarak nitelendiriyor. Ancak nedense sen,
Osmanlının bu zulmünü bilmez veya görmezlikten gelirken,
1919/20 yıllarında atalarını- dedelerini
boğan Topal Osmanı da aklamaya çalışıyorsun!..
(C. Şenerin Topal Osman Olayı kitabının
ağır bir eleştirisi için bkz. D. Yıldırım:
Topal Osman Olayı/ Cemal Şener ve Nesnel Tarihçilik,
Jiyana Nû, Sayı:10-11/ 1994).
Cemal Şener, kendisine gelen eleştirileri cevaplarken,
Alevilerin Etnik Kimliğine Gelen Eleştirileri
Doğru Okumak başlığını kullanıyor.
Biz de kendisine, Türkçede ilk yayını tarafımızdan
yapılan, Martin van Bruniessen in Ağa,
Şeyh ve Devlet/ Kürdistanın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi
(Özge yay. Ank. 1992) adlı önemli eseri başta
olmak üzere diğer Batılı bilimadamlarının
eserlerini doğru okumasını ve Alevilik ve
Kürtler çalışmamızdan aldığı
belgeleri dürüst kullanmasını öneriyoruz
Sadece birkaç örnek bile, Şenerin ne denli dürüst davrandığını
göstermeye yetecektir. Şener, kitapta yer alan 80 dolayında
belgenin Batıda Kürt yanlısı yazarlara ait
olduğunu söylüyor ki, bunun gerçekle ilgisi yoktur.
Kitapta yer alan belgeler, 19. yüzyılın başından
başlamaktadır ve bugüne kadar Türk literatüründe yer
verilmeyen belgelerdir. Tümüne katılsam da, katılmasam
da belgeler aslına sadık kalınarak verilmiştir.
Bilimsel çalışmanın gereği de budur, belgeler
üzerinde oynamak ve onları cımbızlamak veya saptırmak
değil
Şenerin, kitabımdan yaptığı ilk aktarma Zazaca ile
ilgilidir. Daha 1979/80 yıllarında yayımladığı
Dersim yöresine ait Zazaca/Dımılki ağıtlardan
dolayı yargılanmış ve ceza almış
bir yazar olarak, bu konuda elbette görüşlerim vardır.
Ancak bunlar, Cemal Şenerin kitabımdaki L. Molyneux-
Seelden alıntılayıp bana malettiği
gibi değil. Şener, sözkonusu yazıdan yaptığı
alıntıyı benim görüşüm gibi sunmakta ve
kendince şu sonuca varmaktadır: Lütfen bu aktarmayı
dikkatle okuyunuz. Zazacanın Farsça, Arapça, Türkçe karışımı
bir dil olduğunu yazıyor. Tıpkı İsviçre
örneğinde olduğu gibi
Zazacayı Persçe, Arapça,
Türkçe karışımı bir dil olarak tanımlayan
yazar cümlenin devamında ise, Dersimdeki aşiretlerin
Türkmen kökenli olduğu tesbitini yapıyor. (Bkz.
Alevilerin Etnik Kimliği, Milliyet yay. 2005, s.
79-80).
Şener, daha sonra İngiliz yazara dayanarak, Dersimlilerin
kendi dinlerine (Yol Uşağı) adını verdiklerini
ve Bal Uşağı, Arslan Uşağı, Topuzlu,
Arelli gibi birçok aşiretin adının Türkçe olduğunu
söylüyor. Cemal Şenere hemen hatırlatalım
ki, yol uşaklığı, Aleviliğin ortak
kavramlarından biridir ve Aleviler kendilerinin bel oğulluğundan
değil, yol oğulluğundan yani yol uşaklığından
geldiğini anlatmak için söylerler. Kaldı ki, Dersim
Aleviliğinin adı Yol Uşaklığı
değil, Kızılbaşlık, Sorserlik,
Ali- İlahilik, Ahlê Haqlık,Rahê/Raye Haqlık ve
nihayet Yarsanilik tir
Buradaki adlandırmalar da,
sözkonusu aşiretlerin Türkçe söyleyişleridir. Yoksa
sözkonusu aşiretlerin yöredeki adlandırması Balan,
Arslanan, Topuzan ve Arêl şeklindedir. Kaldı ki,
Dersim yöresinde onlarca aşiret yaşamış
ve yaşamaktadır. (Genel Müfettişlik tarafından
hazırlanan gizli aşiretler listesi için bizim Kürdoloji
Belgeleri-I , Ank- 1994 adlı eserimize bakılabilir.
S. 271-294).
Yayınlarının adını Etik yani Ahlaki
koyan Cemal Şenerin, kitabımla ilgili ilginç bir
saptırması da, Le Cog un Kızılbaş
ve Yeşilbaşlar yazısıyla ilgili.(Bkz.
Alevilik ve Kürtler, s. 372-376). Yazar, kitapta yer
verdiğim 5 sayfalık sözkonusu yazısında;
Kızılbaş ve Yeşilbaş kavramlarının
Batı ve Doğu literatüründe kimler tarafından
nasıl algılandığını irdeliyor
ve salt Kızılbaş tanımının 22
versiyonu üzerinde duruyor. Ancak C. Şener, bunlardan yalnızca
birini alarak hüküm kurmaya ve Kızılbaşlığın
Orta Asyadan geldiğini kanıtlamaya çalışıyor.
Oysa, burada amaçlanan esas olarak Afganistan ve çevresi olduğu
gibi, diğer maddelerin tümünde adres olarak İran
gösteriliyor. Ancak Şener, bunların tümünü esgeçiyor.
Gördünüz mü bilimsel ve nesnel çalışmayı!..
Cemal Şener, Alman antropolog Prof. Felix von Luschan
ın görüşlerinde de saptırma yapmaktadır.
Luschanın, bir yazısında geçen Kürtler genelde
Şafii Sünnidirler, Kürtlerde çok az sayıda Kızılbaş
bulunmaktadır yolundaki sözleri, bizzat makale yazarı
Le Cog tarafından eleştirilmekte; dahası bu makaleyi
ilk yayımlayan ve geldiğim İçtoroslar bölgesini
bizzat gezen Alman bilimadamı Hugo Grothe nin notlarıyla
da düzeltilmektedir. Dahası Grothe, Alman antropolog Luschanın
Batı Asyanın İlk Yerleşikleri (The
Early Inhabitants of Western Asie, 1911), konulu uzun makalesinden
bir alıntıyla onu cevaplandırmaktadır. Bu
alıntı şöyledir:
Kızılbaşlar; Mezopotamyada ve küçük gruplar
halinde Toroslarda, Maraş yakınlarında, Arap
ve Kürtlerin arasında yaşayan ve kendisini Kızılbaş
olarak niteleyen garip (değişik) insan topluluğuna
denir. Kızılbaş, (Kırmızı kafa)
anlamına gelmektedir, ancak içlerine girdiğimizde
hiçbirinin Sünni komşularından daha fazla kızıl
saçlı olduğunu veya giysilerinde kırmızı
rengi diğerlerinden daha fazla tercih ettiklerini görmedik.
Demek ki, bu deyimin, kelime anlamından farklı bir
anlamı var. Belki dilbilimciler birgün Kızılbaş
teriminin kaynağını ve kökenini bulurlar. (s.376).
Grothe, yayıncı sıfatıyla yazdığı
dipnotlarda daha sonra, Anadoludaki Kızılbaş,
Tahtacı, Bektaşi ve Nusayri gibi toplulukların,
genelde kendi aralarında evlenerek dinlerini ve fiziksel
özelliklerini önemli ölçüde koruduklarını; dahası
bu dört inanç grubu ile İslam öncesi inançlar arasında
bir bağ bulunduğunu vurgulamktadır. (s.376).
Görüldüğü gibi C. Şener, ya okuduklarını anlamıyor
ya da doğru okumayı bilmiyor!..
C. Şenerin, David Mcdowalın ve Hans Lukas Kieserin
kitaptaki görüşlerini de tam ve doğru olarak algıladığı
ve yansıttığı söylenemez. Her iki yazarın
da Türkiyede, yaklaşık biner sayfalık kitapları
yayımlandı Doruk ve İletişim Yayınları
arasında. Daha ayrıntılı bilgilenmek için,
Şenerin bu kitapları incelemesini salık veriyorum.
Şener, Lukas- Kieserin, Kürt Aleviliğinin beşiği olan
Dersimin en azından bir bölümünün Kürtleşmiş
Ermenilerden oluştuğunu vurgulayan sözlerinden
yola çıkarak, Türkmenlerin de Kürtleşmiş
olabileceğini söylüyor.
Öncelikle belirtelim ki, bu, tüm topluluklar için geçerli bir kuraldır.
Ancak, genellikle egemen ulus, dil ve kültürlerin diğerlerini
temsil yani asimile ettiği de bir gerçektir
Selçukludan
bu yana yüzlerce hatta binlerce Kürdün veya Ermeninin , egemen-
moda dil olan Osmanlıca ile yazdıkları bilinmeyen
birşey değildir. Sözgelimi biz, Alevi- Bektaşi
Edebiyatında Ermeni Aşıkları (Aşuğlar)
adlı çalışmamızda (Özge yay. Ankara,
2005); Osmanlıca veya Türkçe yazan 135 Ermeni aşığına
ve şairine ürünleriyle birlikte yer verdik. Bunlar arasında,
babalık mertebesine ulaşan Ermeni aşıkları
da vardır. Böyle olmakla, onlar Ermeniliklerinden çıkmış
olmuyorlar. Dahası bu gerçeklik, Aleviliğin nasıl
evrensel bir din ve inanç olduğunu gösterir
Cemal Şener, sıksık atıfta bulunduğu
Ziya Gökalp ın, Kürt Aşiretleri Hakkında
İctimai (Sosyolojik) Tetkikleri hangi etken ve dürtüyle
yazdığını öğrenmek istiyorsa; hemşehrisi
Şevket Beysanoğlu nun bu kitabın yeni
yayını dolayısıyla yazdığı
önsözü (Sosyal yay. İst. 1992,s.5-8) ve İttihaddan
Cumhuriyete Aşiret ve Laiklik Politikaları (Kürt
Sorunu ve Demokratik Çözüm içinde, 1999, s. 181-187) konulu
incelememizi okumasını tavsiye ediyorum. Buralarda;
hem İttihad- Terakki Hareketinin, hem de bu hareketin
devamı niteliğindeki Rıza Nur gibi ideologların,
bu çalışmayı Ziya Gökalpe nasıl yaptırdığını
görecektir.
Sonuç
Bilmem
ki, sözü daha çok uzatmaya ve Cemal Şenerin ayıplı
ve güdümlü tutumunu daha fazla irdeleyerek, zaman yitirmeye
gerek var mı? Cemal Şenere ilham kaynaklığı
ve ideologluk yapanların tümünün eserleri ve tezleri yokolup
gitti
Cemal Şener de aynı akibete uğramak istemiyorsa,
toplumsal ve bilimsel gerçekliğe denk hareket etmelidir.
Yoksa birkaç gazetenin desteği ve şişirmesi kendisini
kurtaramaz. Bizden söylemesi
Bırakın günümüzdeki eleştirileri, acaba Cemal
Şener daha 1994te yapılan şu eleştiri ve
uyarıyı gördü mü? Belki görmemiştir diye yeniden
hatırlatalım:
Cemal Şener, Aleviliği iğdiş ediyor.
Çünkü Alevilikte insana, gerçeğe önem var. Şenerde ise ırkçılıkla,
sınırlarının nerede ayrıldığını
kestirmenin pek zor olduğu bir Türk milliyetçiliği.
Alevilik hiç bir ırkın malı değil, sadece
Türklerin hiç değil
(Jiyana Nû, Sayı:10-11/ 1994).
1973te
yayımladığım ilk kitabım Tevfik
Fikret te; kitaba adını veren aydınlanmacı-
hümanist şair Fikret, Sırat-ı Müstakim yazarı
Mehmed Akif e verdiği şiirsel- cevabı
şöyle noktalıyordu: Sen buna ne dersin ey Molla
Sırat!
Evet,
sen tüm bunlara ne diyeceksin Cemal Şener?..