İnsanın
yaşananlarla, yaşadıklarıyla ilgili bazen saatlerce
yazası geliyor. Bu benim açımdan da öyle. Ama her seferinde
yazmaya oturunca, çok önceleri okuduğum ya da dinlediğim
bir anı, Avrupaya ilk mülteci giden kürtlerimizin yaşadıklarından
sadece biri dank edip kendini bana hatırlatıyor...
Hal böyle olunca, Dur yahu, bazı şeyler de yazılmasın,
diyebiliyorum, kendi kendime.
İnsan karşısındakileri tanımayınca,
onların yaşadıklarının, değerlerinin,
inançlarının, kültürlerinin ne olduğunu tam bilmeyince
haliyle bazen sürüncemede kalabiliyor.
Bu da öyle bir şey sanırım...
Öyle ya!
Değer yargıları, yaşam biçimleri, kültürleri,
inançları vs. farklı olanların aynı şeylere
gülmeleri, aynı şeylere üzülmeleri mümkün olabilir mi?
Hayatının ilk lastik ayakkabısını ilkokula
başlarken, ilk kundurayı da liseye giderken giymiş,
hep zorluklarla boğuşa boğuşa üniversiteyi bitirmiş
biri ile baba parası yiyip vur patlasın çal oynasın
yaşayan, üstü açık lüks spor arabası ile üniversiteyi
bitiren birinin değer yargıları aynı olabilir
mi?
Köyünden iki adım ötesine gitmemiş, hep çoban olarak,
rençber olarak yaşamını sürdürmüş biri ile kent
kültürünü iliklerine kadar yaşamış, sıcak şarap
ile tanışmış bir diğerinin kültürel dokusu,
inançları aynı mı olur?
Elbet bunların değer yargıları farklı olacak;
elbet bunların, inançları, yaşam biçimleri, kültürleri
farklı olacak...
Yanlış anlaşılmasın; bunlardan birini kutsama,
diğerini yadsıma adına yazmıyorum bunları.
Sadece insanın durduğu yerden gördükleridir, onun değerlere,
kültürlere, inançlara, yaşam biçimlerine bakış açısını
belirleyen...
Bundandır ki bazılarına, olması gereken zorunlu
ayrılıklar bile zor gelir, kaldıramaz
Bazılarına
da, ölüm bile vız gelir tırıs geçer
Uzatmak istemiyorum. Ancak değer yargılarının,
yaşam biçimlerinin, kültürlerin, inançların farklı
olmasının nelere neden olduğunu/olabileceğini
daha iyi ifade edebilmek için Avrupaya ilk çıkan Kürt mültecilerinden
alıntı olan kısa bir anıyı anlatayım:
Tam emin değilim ama sanırım bu anıyı anlatan
ya da yazan rahmetli Mahmut Baksidir.
Baksi,
12 Eylülden çok önceleri, 70li yılların başında
İsveçe yerleşmiş ve yaşamını orda
sürdüren bir Kürttü. O dönemler, dili iyi öğrenmiş, İsveçin
tanınmış gazetelerinde çalışan bir gazetecidir.
Kültür Bakanlığına da danışmanlık
yapıyor. Ancak İsveç halkı o yıllarda Kürtlerle,
Kürt sorunu ile bu kadar aşina değil. Az sayıda kişi
de Kürtlerin bazı kültürel/demokratik haklarının
gasp edildiğine inanıyor, o kadar...
Bu arada Türkiyede 12 Eylül olunca Avrupaya mülteci olarak giden
çok sayıda ilerici, aydın, demokrat insanın yanı
sıra Türkiye Kürtleri de vardır. Avrupa Kürtlerle, Kürt
sorunu ile kitlesel olarak ilk o yıllarda tanıştı.
Avrupaya giden Kürtler çeşitli desteklerle küçük-büyük bazı
toplantılar düzenleyerek Avrupalılara Kürtlerin yaşadıklarını
anlatmak isterler.
İsveçte düzenlenen bu türden toplantılardan birinde Baksi
çevirmenlik yapar. 300e yakın izleyici vardır. Toplantı,
İsveçli emekli kadınların bir örgütünün desteğiyle
yapılmaktadır. Haliyle dinleyicilerin önemli bir çoğunluğu
da yaşı 50nin üstündeki emekli kadınlardır.
Konuşmacı mültecimiz başlar anlatmaya, Bakside hemen
yanına oturmuş çevirmenlik yapar:
- Kürtler büyük baskı altındadır. Her gün köyler
basılıp insanlarımız öldürülmektedir. Cezaevlerinde
öldürülenlerin haddi hesabı yoktur. İşkencelerin
en alası yapılmaktadır. Filistin askısı,
falaka, elektrik, coplu tecavüz, 3 ay süren gözaltı süreleri...
vs. vs. vs.
Ancak dinleyicilerde tık yok. Herkes sessizce ve umursamaz
bir şekilde dinler, konuşmacıyı. İzleyicilerde
öyle bir yüz ifadesi vardır ki sanki herkes daha baştan
anlatılanların yalan olduğuna şartlanmıştır.
Baksi, durumu fark eder. İzleyicilerin anlatılanlara inanmadığını,
bu nedenle umursamaz bir tavır içinde olduğunu hisseder.
Çeviriyi yapan kendisi olduğu için, son cümleyi çarpıcı
bir şekilde vurgular:
- Yahu, Kürtlere yönelik öyle bir baskı vardır ki Kürt
kadınları üstsüz denize bile giremezler...
Toplantı yeri birden karışır, tüm izleyicilerde,
özellikle dernek üyesi emekli kadınlarda bir homurdanma:
- Olmaz, olamaz... Böyle bir hak ihlali olabilir mi? Kadınların
yaşamlarına nasıl müdahale edilir? Onların üstsüz
denize girmesine kim engel olabilir?
Tabi konuşmacımız İsveççe bilmediği için
kendi konuşmasının izleyicileri etkilediğini
sanır. Gerçek daha sonra kendisine anlatıldığında
ise biraz da şaşkınlıkla güler.
Evet, İsveçli emekli kadınlar için ilk anlatılanlar
gerçekten onlara yabancıdır ve bu nedenle inandırıcı
da değil. Onlar için en önemli hak ihlali, kadınların
üstsüz denize girmesinin engellenmesidir. Çünkü yaşamları
boyunca gördükleri ve belki görebilecekleri, inanabilecekleri en
önemli hak ihlalidir, kadınların üstsüz denize girememesi...
Kalkıp İsveçlileri yadsıyamazsınız.
Yaşamadıkları şeylere inanmaları için kimi
zorlayabilirsiniz ki onları zorlayabilesiniz. Nereye gelmek
istiyorum, meramımı kısaca anlatayım:
Yaş giderek geçiyor; birçoğumuzun yaşı 50yi
bile aştı. Emin olun birçoğunun birebir şahidi
olmama rağmen, bazen ben bile kendi neslimin yaşadıklarına
bakınca, Ya, bu kadar da olmaz ki, diyebiliyorum.
Bugün bazılarına inandırıcı gelmeyen şeyler
yaşadı bizim yaş grubumuzdakiler, namı diğer
78liler...
Çocukluklarından, gençliklerinden, hatta yaşamlarından
oldular...
En ağır baskıyı, işkenceleri, cezaevi eziyetlerini
iliklerine kadar yaşadılar...
İşte bu nedenledir ki, bazen yazma isteğimiz depreşebiliyor...
Peki, yaşananları yazmak kolay mı?
Sanırım o kadar kolay değil ki yazamıyoruz...
Ancak şu da bir gerçek ki, insanlarımızın büyük
çoğunluğu ne yazık ki- hala sadece durdukları
yerden bakıyorlar yaşama...
Küreselleşme-müreselleşme, internet, teknoloji çağı
hak getire. Hala varsa yoksa durduğumuz yerden gördüklerimizdir...
Biraz da kendini ötekinin yerine koyarak yaşama bakmak gerektiğine
inananlardanım.
Sadece durduğumuz yerden yaşama bakmaktan kurtulmak gerekir,
diye düşünüyorum...
|