Eski
Yunanca olan bu kelimenin geçmişi, üç bin yıl öncesine
dayanır. Yunanlıların icadı olan bu kelime,
o günden beri bütün insanlığın ortak malı olmuştur.
Her dilde aynı amaçla kullanıldıği halde, herkes
kendine göre bir anlam yüklemeye çalışıyor. Benim
Demokrasim. Işte bu anlayış, bu sihirli kelimeyi
gerçek anlamından uzaklaştırıyor ve kötüye kullanılmasına
neden oluyor. Bu sihirli sözcük, ak güvercinin sırtından
uçup gelen, aksakallı piri-fani değildir. Üçbin yaşından
daha büyük olmasına rağmen, yeteri kadar geliştiğini
söyleyemeyiz. Hitler, Kenan Evren ve Saddam gibi insanlara bile
lazım olan bu sihirli kelimeye bütün insanlık sahip çıkmalı.
Benim demokrasim yerine, bizim demokrasimiz diyebilmeli ve sahip
çıkmalıyız.
Ne yazık ki günümüzde de benim demokrasim deyip, bunu hala
çok kötü kullananlar var. Kimileri bu sihirli sözcüğün arkasına
gizlenerek, birer diktatör, kimileri de merkezyetçilik adına
birer küçük Stalin oluveriyorlar. Durum böyle olunca, insanların
demokrasi talepleri çoğu zaman kanlı sonuçlara neden olabiliyor.
Bir kısır döngü gibi, üçbin yıldan beri devam edip
gidiyor.
ABD ve Ingilterenin başını çektiği bazı
ülkeler, Irakta Saddam diktatörlüğüne son vermek için, ordularıyla
Iraka girdiler. Iraka demokrasi getireceğini iddia ediyorlar.
Başını Fransa ve Almanyanın çektiği bazı
ülkeler ve sol olduğunu iddia eden bir cümle zevat ise, savaşla
ABDnin Iraka demokrasi getiremiyeceğini ileri sürüyorlar.
Şimdi biraz da Saddam Irakına bakalım. Saddam 25 yıl
önce bir darbe ile yönetimi ele geçirdi. Ilk önce muhaliflerini
imha etti. Iktidarını pekiştirdikten sonra, belirli
aralıklarla seçime giderek, halkın % 99nun oyunu da alarak
başkanlığını sürdürdü. Görüntü demokrasiye
uygundu. Bu görüntüyü sürdürebilmek için, oğlu Udayin başkanlığında
300 bin kişilik cumhurriyet ordusu, amcasının oğlunun
yönetiminde 100 bin kişilik polis gücü ve sayıları
kesin belli olmayan gizli örgüt oluşturmuştu. Özellikle
bu örgütün, her köy, mahalle ve her işyerinde elemanları
vardı. Demokrasi talebi olan herkes Saddam karşıtı
sayılıyordu. Bu örgütlerin görevi ise, bu kişileri
yakalamak ve yok etmekti. Oyleki hapishane ve garnizon bahçeleri
toplu bir mezarlığa dönüşmüştü.
Saddam, Almanyadan temin etiği gazlarla Kürtlere karşı
soykırım uyguladı. Fransa, atom santralı görüntüsü
altında Saddama atom silahları üretmeyi öğretti.
Bereket versin, bu santral daha inşaat halindeyken Israilliler
tarafından imha edildi.
Iki milyon insanın yaşamına mal olan ve 9 yıl
devam eden Iran-Irak savaşı. Bir gün aniden Kuveytin
işgal edilerek sahiplenilmesi. Birinci Körfez Savaşından
sonra Şii Araplara karşı imha harekatı. Ayrıca
Filistin-Israil çatışmalarının körükleyicisi
ve kökten dinci, Islami örgütlerin destekçisi. Kısaca Saddam,
Ortadoğunun korkulu rüyası haline gelmişti.
Kimileri ABDnin Irakta hala kimyevi silah bulamadığını
iddia ederek, Iraka yönelik yapılan harekatın haksızlığını
ileri sürüyor. Halbuki Saddamın kendisi, insanlığın
bu güne kadar icat edemediği en tehlikeli silahtı. Öyleki
kendini yeniden üretebilen bir silahtı. Saddamın ölmesiyle
bile bu silah ortadan kalkmayacaktı. Çünkü ondan sonra, iktidarı
oğlu Uday ele alacak ve bu baskı rejimi babadan oğula
geçecek şekilde devam edip gidecekti.
Insanlık için büyük bir tehlike oluşturan bu tehlikeli
kimyevi silahı imha edenlerin eline sağlık. Saddamı
devirmekle insanlığı büyük bir beladan kurtardılar.
Fransa ve Almanyanın tezine gelince, bunlar ya çok unutkanlar,
ya da insanları aptal yerine koyuyorlar. Savaşla ve askerle bir yere demokrasi götürülemez diyorlar.
Oysa 25 Ağustos 1940 tarihinde Fransızlar tek bir kurşun
bile sıkmadan, Parisin anahtarını Hitlerin generaline
teslim ettiler. Dünya demokrasi hareketinin öncüsü Fransa, 4 yıllık
işgal boyunca bir avuç işgaciye karşı sesini
çıkaramadı. Işgalden sonra Adolf Hitler, komutanlarıyla
Eyfel meydanını gezerken, Fransız idareci ve komutanlar
da bunlara arzı-endam ediyorlardı. Fransız halkının
işgalci nazilerden memnun olduğunu söylemek büyük bir
hata olur.
Fakat Fransızlar, nazi işgalindeki Fransayı işgal
etmesi için, ABDyi elaltından davet ettiler. Peki o gün Hitlere
karşı sesini çıkaramıyan Fransızlar, bu
gün Saddama karşı gelmeleri için bunu Irak halkından
niçin istiyorlar. Ya da Normadiyaya çıkarma yapmaları
için ABDyi davet etmeleri doğalsa, Bağdata çıkarma
yaması için Irak halkı tarafindan ABDnin davet edilmiş
olması niçin aynı şekilde doğal olmasın.
Almanlara gelince, bu konuda en az konuşmaları gereken
onlar olmalarına rağmen, herkesten fazla konuşuyorlar.
Birinci Dünya Savaşında onbaşı olan Adolf Hitler,
savaştan 15 yıl sonra Almanların desteğiyle
yönetimi ele geçirdi. 1 Eylül 1939da Polonyanin işgaliyle
başlayan Ikinci Dünya Savaşında 55 milyon insan
öldü ve bir o kadarı da sakat kaldı. Almanya kendi vatandaşı
olan 6,5 milyon Yahudiyi gaz fırınlarında yaktı.
Bütün Avrupa yerle bir oldu. Eli yıl sonra Almanya tarafindan
Saddama verilen gazlarla Halepçede binlerce Kürt imha edildi.
Türkiyeye verilen tankların arkasında Kürt gençlerinin
cesedleri sürüklendi.
Alman halkı bu olup bitenlerden çok mu memnun du? Bunların
kendi ditatörlerine karşı yapamadıklarını
zavallı Irak halkından istemeleri ne kadar doğru
ve gerçekçidir?
1 Eylül 1939da ki Polonya işgalini bütün Almanlar bayram gibi
kutladılar. Ardından Fransa işgali ve Parisin ele
geçirilmesi takip etti. Fransa ise, sürekli ABD ve Ingiltereden
yardım istedi. Sonunda ABD, kendi çıkarına uygun
geldiği bir zamanda bu davete razı oldu ve Ingiltere sahillerine
iki milyon asker yığdı. ABD ve Ingiltere, 6 Haziran
1944de şafakla birlikte 150 bin deniz piyadesi ve 13 bin kişilik
paraşütçü birliğiyle Fransanın Normandiya sahillerine,
altı noktadan birden Alman birliklerine saldırdılar. Aynı gün ABD tarafından Fransa sahillerine
başarılı bir çıkarma yaptı. Akşam
sayımından sonra ABD ve Ingilterenin 4 bin ölü, 7 bin
de yaralisi vardı. Buna karşın Alman ordusu büyük
bozguna uğramış, sağ kalanların çoğu esir düşmüştü. 25 Ağustos 1944te
ABDli bir general tarafından Almanlardan alınan Parisin
anahtarı Fransız bir generale teslim edildi. Fransa 4
yıllık bir işgalden sonra yeniden özgürlüğüne
kavuşmuş oldu. Dolayısıyla yalnız Fransa
değil, bütün Avrupada bugün yaşanan barış ve
demokrasi ortamı, ABD ve Ingilterenin Normandiya çıkarması
sayesinde yeniden mümkün olmuştur. Zaten bunu da inkar etmeyip
her fırsatta dile getiriyorlar. Ancak Avrupadaki bu barış
ve demokrasi, ABD ve mütefiklerine 210 bin askerin ölümüne mal oldu.
Peki kendi diktatörlerinden kurtulmak için ABDyi imdada
çağıran Avrupalılar gibi, Saddam diktatörü ile başa çıkamayan Şii ve Kürtler,
ABDyi yardıma çağıramazlar mı? ABDnin 1940da
ki Normandiya çıkarması, Avrupaya barışı
ve demokrasiyi getiriyor da, ABDnin 2003deki Bağdat çıkarması
neden aynı şeyi Ortadoğuya getirmesin? Acaba Avrupalılar
barış ve demokrasiye layık da, Ortadoğulular
layık değil mi? Kürtler ve Siiler geçmişte Avrupalılara
gösterdikleri hoşgörüyü bugün onlardan bekliyorlar.
Ben, hiçbir zaman askerlerin demokrasi dağıtıklarına
inanmadım, bugün de inanmıyorum. Çünkü askerlik, insan
öldürme mesleğidir. Insan öldürmeyi meslek edinen bir kurum
ve elemanlarının beyninde barış ve demokrasi
sözcüklerinin yeri olmaz.
Savaş ise, ardından harabeler bırakır, bu harabelerin
altında da mazlumlar inler. Bu nedenle de savaşın
hertürlüsüne karşıyım.
Barış ve demokrasi ise, sivillerin ve onların oluşturdukları
kurumların işidir. Sivillerin görevi, askerler devreye
girmeden sorumluluklarını yerine getirmektir. Bu gün Ortadoguda
olup bitenler, sivillerin sorumsuzluğunun bir ürünüdür. Israilde
belediye otobüsleri, pazar yerleri ve okul kantinleri canlı
(insan) füzelerle saldırıya uğrarken sesini çıkarmayanlar,
korunmak için kendi çevresine duvar örmeye kalkışan Israile
karşı feryad edenler ciddi olamazlar. Afganistanda Talibanların
aylarca süren açık çalıŞmalarıyla
bin beşyüz yıllık ve 53 metre yükseklikteki
yekpare kayadan oluşan Buda heykelinin imha edilmesine sesini
çıkaramayanlar, New Yorkdaki ikizlerin havaya uçurulmasında
serzenişte bulunmaya da hakları yoktur. Saddamı
atom silahlarıyla donatan Fransa ve ona gaz silahları
satan Almanyanın da bu gün fazla söz sahibi olmamaları
gerekir. ABDnin Bağdat çıkarmasına karşı
çıkmak, Fransa ve Almanyayı aklamaya yetmez. Demokratlığın
gereği, tarafsız ve çıkarsız bir şekilde,
hakkın ve hakça uygulanmasını savunmaktır.
ABDnin Normandiya çıkarması, yeni Avrupa Projesinin başlangıcıydı.
2003 Bağdat çıkarması da, Büyük Ortadoğu Projesinin
başlangıcıdır. ABD, Normandiya çıkarmasını
nasıl ki Avrupalıların çıkarı için yapmadıysa,
Bağdat cıkarmasını da Ortadoğu halklarının
çıkarı için yapmadı. Ancak her iki olayda da karşılıklı
çıkarların çakışması sözkonusudur.
Ortadoğunun demokratikleşmesi,
dünya barışı ve kalkınmasına büyük katkı
sağlayacaktır. Ortadoğudaki dinci örgütlerin, diktatör
ve molla rejimlerinin son bulması insanlığın
yararınadır. Almanya, Fransa, Rusya, Çin ve Saddam ortaklı
petrol şirketi, Saddamın devrilmesiyle dağılıp
zarara uğramış olabilir, ama Ortadoğunun demokratikleşmesinde
de en çok bunların yararı olabilir.
Normandiya çıkarması yapıldığı zaman,
Birleşmiş Miletler diye bir sivil kurum yoktu. Bağdat
çıkarmasında ise, en
büyük görev günümüzün en büyük sivil ve barışı koruyan
örgütü olarak, Birleşmiş Miletlere düşüyor. Ortadoğunun
demokratikleşmesi, BMnin işini de kolaylaştıracaktır.
BM Ortadoğudaki insanlık dramına daha fazla seyirci
kalamaz.
20
Haziran 2004
|