Hangi
suçun faili olduğunu bilmeden, bütün bedenini yakan bir suçluluk
duygusuyla günlerdir dolaşıyordu
Bir arayış
içinde olduğu kesindi. Ne aradığı ise meçhul
!
bir
cinayet işlemiş yada bir cinayetin tanığı
olmuş gibiydi, bir cinayet işleyenin katil binlerce cinayete
katılmışların kahraman ilan edildiği bir
coğrafyada
Bir cinayete tanıklık etmesinin yada
bir cinayet işlemiş olmasının ise bir önemi
de yoktu artık. Derdi kahraman olmak değildi
Katil olup
olmadığını ise bilmiyordu
Yolculuk
ne zaman başlamıştı? Hangi bilinmezliği
bilme arzusu kendisini, dağları karla kaplı, yolları
tipiyle kapatılmış bir yerden alıp savurmuştu,
şimdilerde, dağları çiçeklerle kaplanmış,
bir zamanlar yolları mayınlarla döşenmiş bir
başka yere? Bilmiyordu
Dağlar, bu coğrafya kızlarının
üzerindeki binbir renge bezenmiş pazen kumaşı kadar
renkliydi ve ilk işine çıkan düşürülmüş bir
genç kızın ilk dansözlük denemesi gibi ürkek ve acemi
çırpınışlarla bulutları aralamaya çalışıyordu
güneş bu mevsimde, bu yerde
Ne kadar
sürecekti yolculuk? Bir durağı var mıydı şu
ana kadarki yolculukların yada bundan sonra bir durağı
olacak mıydı? Bilmiyordu
Şu an durak olup olmadığını
bilmediği ama her nedense durduğu yerde, zoraki bir duyarsızlık
yerleştirilmişti bir adamın yüzüne, okuduğu
akşam haberlerini objektif bir biçimde verme arzusuyla karışmış
Bir başka kanalda ise bir kadının zorla anaçlaştırılmış
ve duyarlı kılınmaya çalışılmış
bir yüz ifadesi, benzer haberleri yayıyordu geniş kitlelere
Bu yerdeki kitlenin ise, spikerlerin ne yüz ifadelerinden ne de
verdikleri haberlerden haberleri vardı şu anda. İşini
ciddi yapmak için kendileri olmayan binbir kılığa
büründürülmüş spikerlerin kendini beğendirme çabalarına
inat, onlar kendi dünyalarına gömülüydü
Dış dünyaya
ilgisiz kalarak binlerce yıl ilgisiz bırakılmışlığın
öçlerini almak ister gibi bir haldeydiler.
Yeniyetme
çocukla genç arasında
bir ayağı Cennette diğeri
Cehennemde duran
iki dere arasına sıkışmış
sanki Arafta bırakılmış gençler bir yanında
duruyordu, adı kültür merkezi olan, odalarının kapısına
bilgisayar, kütüphane, folklor vs
odası yazılmış
yerin. Kendi aralarında bakın biz politika konuşacak
kadar büyüdük ya da politika konuşmaktan korkmayacak kadar
cesuruz der gibiydiler, ellerinde bira şişelerini tokuşturarak
bu kültür merkezi olarak inşa edilen ve şimdilerde sadece
içip dertleşmeye yarayan mekanda
Bir başka bölümünde
bu mekanın, yeniyetme zamanlarında politika yaptıkları
muhakkak olan, ama şimdilerde çoluk çocuğa karışmış
ortayaş insanlar, bazen kahkahalar atarak bazen hüzünlenerek
oturuyor ve kadeh kaldırıyorlardı, belleri narin
bir kadının incecik beline dönüşmüş kadehleri
ile, çoğu kez yaralı bir maral iniltisine dönüşen
daha düne kadar yasaklı Kürt ezgileri eşliğinde
Ne kadar
kalmıştı o mekanda ve neler düşünmüştü
bilmiyordu
Güldüğü anlar olmuştu. Katıla katıla,
neşe içinde değil. Sinirli bir biçimde bazen, bazense
öfkeden kaskatı kesilerek güldüğü; ister sinir bozucu
bir sinirlilikle, ister yıkıcı bir öfke yumağına
bürünmüş olarak gülmüş olsun, her gülüşünde dudaklarını
kanatırcasına kemirerek güldüğü anlar
Kaskatı
bir kin güllesine dönüştüğü, en ağır küfürleri
savurarak kavga etmek istediği, bir bomba olup orada, oracıkta
patlamak ve her şeyi yıkarak yüreğinde kendini yakan
duygularla yanmak istediği anlar da olmuştu
İçtiği
için değil, kendindeki bir yangını söndürmek üzere
kendine serptiği tüm söndürücülerin yangını daha
fazla büyütmek dışında bir işe yaramadığını
her geçen gün daha fazla gördüğü için.
Bir
kez suça bulaşmış, bir kez bir cinayet işlemiş
yada cinayete tanıklık etmişti
Artık gittiği
her yerde kendisi bir suç işlemese bile, işlenmiş
olan ve bilinmeyen, işlenecek olan ve hissedilmeyen suçlara
tanıklık etmenin suçlusuydu o. Her tanıklıkla
yeni bir suçluluk duygusuna boğuluyor, boğucu suçluluktan
kurtulmak için yaptığı her şey sadece suçluluk
duygusunu ağırlaştırıyor, ağırlaşan
her suçluluk duygusundan kurtulmak için her yollara düştüğünde
yeni bir suçun tanık-faili oluyordu
Bu akşamda
yeni suçların tanığı olmuştu, bir genç
kızın ince belini andıran kadehlerini her seferinde
birbirlerine doğru kaldıran eski yeniyetmelerin ve bira
şişelerini tokuşturarak politika konuşan yeni
yeniyetmelerin her davranışı bir işlenmiş
ama binmeyen suçun ve işlenecek olan ve hissedilmeyen bir başka
suçun habercisiydiler
Bir Yezidinin yüzünü arınmak üzere
güneşe dönmesi kadar vecd içinde olan ve onlardan farklı
olarak yüzlerini işlenecek olan yada işledikleri suçlara
sürekli yeniden dönen ve suç işlediklerini bile bilmeden suç
işlemeye her an devam eden bu denli fazla insan başka
bir coğrafyada var mıdır diye düşünmeye başladığında,
bulunduğu mekanı çoktan terk etmişti. Soğuktan
korunmak için iğreti bir biçimde sırtına bir aba
geçirmiş ve arınmak üzere bir manastıra çekilen bir
çileci misali, yeni tanık-faili olduğu işlenmiş
olan ve bilinmeyen ve işlenilecek olan ve hissedilmeyen bütün
suçların tüm suçluluğunu vurup sırtına, düşmüştü
yola
Dindarlar
nasıl arınırdı günahlarından binyıllardır?
Bilmiyordu
Bir dini yoktu yada bilinen hiçbir dine mensup değildi
Kendinden kaçmak üzere bir peygamber bulmalı ve sığınmalı
mıydı? Yoksa bütün insanlığın suçunun bedelini,
kendi bedenini, ruhunu
ne bileyim en küçük hücresine varana dek
kendine ait ne varsa hepsini yok ederek ödemek üzere bir peygamber
mi olmalıydı? Bilmiyordu
Kent sokaklarından yavaş
adımlarla yürüdü. Kendi bedenini taşıyamayacak kadar
güçsüzdü ayakları, yada ayakları tarafından taşınamayacak
kadar ağırlaşmıştı bedeni. Gecenin
karanlığında, bu yerde, ilk kez şimdiki zamanlarda
peydahlanan ve bir zebani misali verilen her cehennem emrine sadık
kalacakları şimdiden belli olan sokak çocuklarının,
ne türden suçlara yelken açacaklarını bile bilmeden bazen
fısıltı halinde bazen ağır küfürler eşliğinde
konuşmalarına her tanıklık edişinde yeni
suçluluk duygularıyla daha bir yandı. Yandıkça, kendini
yaktığını düşündüğü tanık-faillikten
kurtulma isteğine uyarak uzaklaştı. Uzaklaşma
isteği bin yıllık bir mahpusun dış dünya
arzusuna dönüştüğünde, birkaç sokak köpeğinin derinden
havlamaları ve birkaç olgün sokak lambasının sönmüş
yıldızlar kadar solgun ışıklarını
görebildiği bir mekanda buldu kendini.
Aklında
nereden kaldığını bilmediği bir sese kulak
vererek gelmiş olmalıydı buraya
Delilik sınırlarında
her dolaştığında ve aklını kaybetmemek
için doğadan her yardım dilendiğinde, tüm gövdesi
kadın memesine dönüşmüş bu coğrafyanın
Kibelesine; doğa anaya dönmek, doğa ananın en bereketli
memesinden beslenmek üzere, kenti iki ayrı noktadan keserek
birleşen nehrin küçük kolunun yakasında buluverdi kendini.
Bir çığlık mıydı sudan yükselen ses, bir
ağıt yada umutsuz bir sevda türküsü mü?
Belki bir gerilla
marşıydı dağ başlarında mırıldanılan
Belki hepsi birdendi. Yada belki hiçbiri
Şimdi neye benzediğini
bilmese bile bir sesti sudan dolun ayla aydınlanmış
gecenin derinliklerine yükselen
Sesi tanımaya çalıştı.
Giderek netleşti suyun sesi. Ses alıcı bir kuşun
bir serçeyi tam avlamak üzereyken çıkardığı
ürkütücü bir sese dönüştüğünde yeniden bir karabasanın
ortasına çekildiğini anladı.
Bir
serçe kadar çaresiz olmak ve alıcı kuşun ürkünç sesine
kulaklarını tıkayıp kendini alıcı
bir kuşa dönüşmüş olan bu nehre teslim etmekle, yaşama
yanı ağır basan bir ceylanın, aslanın dişleri
henüz gırtlağına çökmeden önceki tüm kurtulma ümidini
sonuna kadar zorlayan canhıraş çırpınışları
ile uzaklaşmak ve sıçrayıp oradan kaçmak isteği
arasında gidip geldi bir süre
Ne kadar sürdü bu teslim olmakla
sıçrayıp kaçmak arasında gidip gelme hali
Bilmiyordu
Kendini her an paçasından bir cinin yada bir kötülük perisinin
yakalayacağına ilişkin çocuk korkularıyla nefes
nefese kalan bir ecinli gibi bulduğunda, nehirden epey
uzaklaşmış olduğunu anladı. Sanki hayatta
olduğunu kanıtlamak üzere uzaktayım diye yarı
inlemeli bir ses gırtlağını yararak fışkırdığında
kendi sesinden ürktü bir an: Sesini ve sesinin derinliklerine gizlenmiş
yok olma korkusunu sezdi
Sonra yeni bir sezgiyle irkildi: Sahi
yok olmak mıydı, yoksa hala var olduğunu bilmek miydi
korkusu? Hala var olduğunun bilincinde olmak, bir gün yok olacağının
kaygısını da tekrar tekrar taşımak demek
değil miydi sahiden? Bir gün, hatta belki bir an bile daha
fazla var olmak, bir suçun daha tanığı, bir suçun
daha faili yada tüm suçların tanık-faili olmaktan başka
ne anlama gelebilirdi?...
Dönüp
nehre baktı. Şimdi sesi daha netti nehrin ve sadece bir
uğultuydu. Dipsiz bir kuyuya dökülen ve sonsuza kadar süreceği
kesin olan bir uğultu; tıpkı kendi içindeki suçluluğun
sonsuzluğu gibi bir uğultu. Az tanıklık etmedi
bu nehirde suça diye düşündü
Kendi tanıklıklarından
çok daha fazla tanıklığı olmuştu suçlara
bu nehrin. O yüzden uğulduyor ve sonsuza kadar uğuldayacak
olmanın sıkkınlığını yaşıyordu.
Az mı tanıklık etmişti suçlara. Az mı görmüştü
kurtların kuzuları parçalayışını?
Yada kendini yırtıcılardan kurtarmak için az canlı
mı kendi yarı canlı bedenlerini teslim etmişti
kendisine? Yarı canlı bedenleri alıp parçalayarak
az mı sürümüş, sonra taşıyamaz hale geldiğinde
az mı bir kıyıya teslim etmişti tanınamaz
olmuş bedenleri. Üstelik o sadece suçların tanığı
da değildi. Bir faildi de. İç çatışmalar döneminde
günlerce kan aktığı anlatılıyordu kulaktan
kulağa ve dededen toruna fısıltılarla. Kana
doymamıştı bu nehir, tıpkı birilerinin
kan dökmeye doyamadığı gibi. Şimdi bile bir
suçun işlenmesine tanıklık etmek üzere değil
miydi? Bir alıcı kuş gibi az önce çökmek istememiş
miydi adamın boğazına? Yada şu anda. Ay bir
bütün halinde her nehre düşmeye çalıştığında,
ayı parçalayıp, görüntüsünü kendi öfkeli akışına
uygun düşecek şekle dönüştürürken suç işlemiyor
muydu hala?
Nehre
öfke duydu. Bu kadar suça tanıklık ve ortaklık etmiş
olmasına rağmen hiçbir şey yokmuş gibi kendi
akışına kendine bırakmış olmasını
kıskandı
Nehri yeni bir suçun ortağı etmek,
kendi suçluluğunun azabından kurtulmak için kendini nehre
kurban vererek ona yeniden bir katil olduğunu hatırlatmak
üzere nehre yeniden dönmek ve alıcı kuşun yeniden
avı olmak istedi. Nehrin bedenini parçalayacağı fikrine
bağlandı düşünceleri. Korktu. Alıcı kuşa
teslim olma arzusunun önüne geçti. Bir dahaki sefere diyerek
uzaklaştı nehirden ve nehir tarafından iki ayrı
koldan kesilen bu kentten.
Gittiği
yere kendisini götürdüğü sürece bir alıcı kuştan
kaçıp bir başka alıcı kuşa yakalanma riskini
de hep yanında götürdüğünü çok geçmeden anladı. Bir
başka kentin binyıllar öncesinden kalan bir kalesinde
dolaştı bir süre
Kendi bedenini, kaleyi savunurken düşman
oklara bedenleri gelen antik savaşçıların bedenleriyle
özleştirdi. Savunma sırasında uçları yakılmış
oklara gelmiş bedenler gibi sarsıldı, yığıldı,
inledi. Düşman eline düştü, işkence gördü
Kendini,
kendi zulmünden korumak için kendisinden af dilendi. Sonunda tarihin
yeniden gözlerinin önünde yarattığı suça ve suçluluğa
dayanamadı. Kaçtı kaleden. Bir kiliseye sığındı,
baktığı her mozalede İsayla gözgöze geldi.
İsayla özleşti çarmıha gerilmişliğin düşlerine
yenildi. Kaçtı
Soyulmuş
ve tuzlanmış bedenini Mansurla bir olup manda derisine
gömdü ve kızgın Mezopotamya güneşinin anlına
serdi kendini
Kawayla bir oldu Dehhaka karşı savaştı.
Çobanlarla aşk üzerine söyleşti. Mayınlı sınırlarda
her dolaştığında bir mayına basıp
parçalanma düşleri kurdu
tüm mayınların kendi bedeninde
bir daha bir başka bedeni yok etmemek üzere patlamasını,
bin parçaya ayrılıp bütün bir bölgeye kanlarının
irinlerinin savrulmasını diledi. Olmadı. Yandı.
Antik bir kentin yasaklı kalesine yasadışı çıktı.
Zümrüt yeşiline bürülü sınırsız ovayı,
Zümrüdü Anka kuşu olup dolaşmak istedi
Eli silahlı
bir adamın Dur sesiyle irkildi. Var olduğunu bu kez
bir başkasının sesinden anladı ve daha bir yandı.
Bir
yezidiyle Melekê Tavusa secde etti. Bir Dengbejin anlamadığı
dilinden türküler dinledi. Bir başka nehrin kıyılarını
dolaştı günlerce, her kıyıya gidişinde
geri dönmemek üzere yeminler ederek. Olmadı, geri döndü
geri
döndükçe ve var oldukça, kendini her gördüğü şey yüzünden
yeniden suça buladı ve yandı, yandı
Bir
akşam Diclenin kıyısında tüm suçlardan arınmak
için, Mayalardan, İnkalardan, Sümerlerden, Zerdüştün
bütün halklarından
ne kadar dinsel ritüel kalmışsa
aklında hepsini birbirine katarak bir ayine karar verdi. Bir
dine mi girmişti, dinler üstü bir törene mi bağlanmıştı
o gece? Bilmiyordu. Bir kurban vermek istedi: Tüm zamanların
bütün cinayetlerinde akan kanların karışımı
ve toplamı olarak gördüğü -şu anda su değil-
kan akan nehrin, kanını güçlendirerek tüm suçlardan arınmak
ve insanoğlunu tüm suçlarından arındırmak üzere
kendini kurban etmeye karar verdi.
Önce,
tüm zamanların bütün cinayetlerinin kanlarını taşıyan
nehre daldırdı ellerini
Zamanında kendileri için
savaşmış mürşidinin kıymetini bilmeyen,
bu kadir bilmezlik yüzünden binlerce yıl azabda kalan, bu yüzden
binlerce yılın azabını kendi bedenini yok ederek
yok etmek isteyen, sürekli kan dökerek tapınan ve kan dökerek
arınmaya çalışan bir mürit gibiydi. Her tapınmada
yüzüne bulaştırdığı kurban kanı yeni
kan dökme törenlerine taşıyordu onu. Diclenin tüm tarihteki
bütün cinayetlerinin kanından oluşan akıntısında
ellerine bulaşan kanları yüzüne sürdü. Arınamadı.
Yandı. Tekrar ellerini daldırdı, avuçlarının
içinde irinli kana dönüşen ıslaklığı dudaklarına
sürdü. Gırtlağından akıttı. İçindeki
yangını söndüremedi, daha fazla susadı. Daha bir
yandı
Ne kadar
sürdü bu durum? Bilemedi. Bu kan dökme törenlerinden her zamanki
gibi yorgun düştü. Yorgunluğunu hissetti, var olduğunu
anladı. Yeniden yandı. Son bir kan akıtmayı
ve tarihin kendi omuzlarına yüklediği bütün bu azabdan
kurtulmayı daha derinden arzuladı. Adımlarını
nehre doğru sürmek, kurtların kovaladığı
kısrak bir at kadar hırcın bir dalışla
kendini nehrin kana dönmüş sularına bırakmak, ciğerlerine
dolan suyun parçaladığı tüm iç organlarından
sızan kanların nehre karışmasını sağlayarak,
kana kan katmak
belki kanı kanla yıkamak istedi. Yapamadı.
Yandı. Yandı
.
Sonra,
Ay ışığını parçalayacak kadar hırçın
akmayan; dünyanın bütün suçlarından arındırılmak
üzere kurban edilmişlerin kanları ile doymuş ve bir
süreliğine uyumaya dalmış; arkaik bir kan dökme Tanrısı
gibi o kadar kanı içtikten sonra sakinleşmiş olan
bu nehrin kıyısında, yanıbaşına sokulan
ve sevilmeyi arzulayan bir kadının sesine kulak verdi.
Kadına döndü. Ay kadının saçlarının arkasında
ılık bir rüzgarı ve kadının ılık
rüzgarda dalgalanan saçlarını aralayarak kendini gösterip,
işlenmek üzere olan bir suçun tanıklığına
hazırlarken kendini, aydan gözlerini kaçırdı. Ayın
kadının saçlarının arasında görünen ve
suça tanıklık etmeye çalışan ışığını
değil, sudaki oynak bir dansöz gibi cilveyle kıpırdayan
yansımasını seyretti bir süre, bu gece gerçeğe
değil, yeniden yansıya tutunduğunu kanıtlamak
istercesine kendine.
Gözleri
ay ışığının yansımalarına
değdiğinde, yandı. Kadının gözlerine ara
ara her baktığında, suçlandı. Daha bir yandı
Şimdi, gidersen gelirim diyecek kadar kararlı, gelirsem
ölürüm diyecek kadar kaygılı bir çift gözle baş
başaydı. Ilık rüzgar kasırgaya dönüşüp,
kadının gidersen gelirim diyecek kadar kararlı,
gelirsem ölürüm diyecek kadar kaygılı gözlerinden işledi
yüreğine. Ay, gökten zamanından önce yörüngesinden çıkmış
bir göktaşı gibi hırçın bir biçimde süzüldü
yere. Gelip kondu, bu sevgiden bir artık kalacağını
uman bir akbaba gibi kadının daha önce sevişip sevişmediği
belli olmayan, sevişmeye susamış bedenine.
Kadın
akbabayı da taşıyarak bedeninde, gelip durdu adamın
karşına. Gözleri bağlanmış kurban edilmeyi
bekleyen İsmail gibi kapalı gözleriyle sokuldu adama.
El yordamıyla dokundu, sarıldılar bir süre
Nehre
kendini bırakamadı adam. Tüm suçluluk duygularından
kurtulmak üzere, bir başka törene bıraktı kendini
o gece. Kadının ellerini avuçları arasına aldı.
Kokladı yandı. Ellerini bırakıp nehre baktı
daha bir yandı.
Bir
kadının yüreğine sığınma ve bir kadını
yüreğine sığdırma avuntusuna bıraktı
kendini o gece. O gece, dünyanın en ağır suçlarından
birine, ayı tanık bırakarak geride, sadece tanıklık
değil, ortaklık etti. O gece, belki avuntu bir aşka
tutundu, belki ölümünü kolaylaştıracak bir suç daha işledi
bilerek. Bir başka avuntu aşkın suçlamasını,
tüm zamanların aşk suçlarının suçlusu olduğuyla
birleştirip, derinliklerine gömerek
|