|
Sinek... |
|
 |
Başımın etrafında sürekli olarak bir sinek dolaşıyordu; vız, vız, vız...
Arada bir orama burama konup duruyor, benden hiç uzaklaşmıyordu. Büyük bir enerjiye sahipti ve öyle de inatçıydı ki ne kadar kovsam hep dönüp geri geliyordu.
Bir gün başbaşa oturup konuştum, mırıldandım, dinledim, inledim; onu yakından tanıdım ve dişi bir sinek olduğunu tesbit ettim.. ona dil dökmeye başlayıp şunları söyledim: Enerjisini, güzelliğini ve yeteneklerini yerinde, zamanında ve farklı olarak göstermesini söyledim.
Değişti...
Düşünmeye başladı. Sakinleşti. Artık yapışmıyordu. Bazen uzun süreli seyahatlere çıkar ve her geldiğinde yeni destanlar ve hikâyeler anlatırdı.
Günler böyle gelip gidiyordu.
Birgün çok yakınıma bir arı yaklaştı. Birkaç tur attıktan sonra başımın etrafında güzel bir melodi mırıldandı. Melodi çok acıklıydı. Onu avucuma alıp derdini sordum. Gözyaşları içinde o anlattı ben dinledim. Ben de sevinçten gözyaşları döküyordum bu arada.
Bir zamanların sineği bir arı oluvermişti; sevinmek de ne demek... O çiçekten çiçeğe dolaşıp onların sütünü alıp bal yapıyordu. Onun mutluluğuna diyecek yoktu kendi anlattıklarına göre. Eskiden bir sinek iken her gittiği yerden kovulmuyor, en güzel çiçekler ona hep kucak açıyor onu misafir etmekten onurlanıyorlardı...
Birgün korkunç bir haber yayıldı. Çiçekler diyarı mezopotamya kurak kalacak ve tüm çiçekler kuruyacaktı. Arının üzüntüsü sonsuzdu ama...Yanıma gelip bunu anlattı.
Ona göre bir çare vardı: bir kuş olup o ülkeye gitmem gerekiyordu. Arıyla beraber koyulduk yolculuğumuza. Yolda en hüzünlü destanı yazdım, söylemeye başladım. Çiçekler ülkesine giderken yolda rüzgar, toz, hava ve bulut parçacıkları her duyan peşimize takıldı. Oraya vardığımızda gördüklerimize inanamadık. Sonsuz renklerden ve çeşitten çiçekler, güller, bitkiler, baharatlar.. hepsinin boynu bükülmüş, solukları bitmek üzere.
Arı karşıma gelip donuk donuk baktı. Bakışları ile dillerin söyleyemeceklerini söyledi.
Bir türkü yaktım. Nefesim rüzgara karıştı; oradan bulutlara vardı dalga dalga. Bulutlara seslendim. Onları şaha kaldırdım. Parça-parça bulutlar aşkla şevkle bir araya geldiler. Koca bir bulut olduklarında en hüzünlü bölümünü okudum türkünün:
Noldu böyle noldu böyle
Kurudum kul oldum böyle
Bir damla su yoksa sizde
Gidin durman bu ellere…
Ben ellerimi koynuma dolayıp sessizliğe terkettim kendimi. Uğultularla hıçkırıklar yükseldi yavaştan. Bulutlar dayanamadı, sessiz sessiz ağlamaya başladılar. Bir süre sonra her damlanın güle oynaya toprağa akışını izledim. Nasılda heyecanla, aşkla ve şevkle, cankurtarmaya, yaşatmaya uçuyorlardı. Onların şakıyan seslerinden oluşan şarkı çok daha güzeldi, bir defalık da olsa dinlemeye değerdi.
Çok geçmedi aradan. Damlalar şarkısını bitirmiş, bulutların hüznü damlaların sevincine dönüşmüştü. Yepyeni bir güneş ışınlarını salıyordu bulutların arasından yeryüzüne. Arada bir bu ışınlar sarı-yeşil-kırmızı renklerinden oluşan bir demetde süzülüyorlardı. Boynu bükük çiçekler, güller ve tüm bitkiler yürek kamaştıran renklere bürünmüşler, semanın şemsiyesi altında kim ve ne varsa hepsini davet ediyordu.
|
|
|