Aydın gördüğünün yanı sıra olabilecekleri
tahmin eden ve dolayısıyla söyleyebilendir. Aydın,
bunu yapmıyorsa kendisine de mensup olduğu halka da ihanet
etmiş olur.
Birileri kalkıp Kürtlerin aydını olmaz
diyebilir, çünkü o zihniyettekiler bugüne kadar hiçbir doğruyu
ve gerçeği kabullenmediler ki, ret ve inkar politikası
ile bu günlere geldiler. Kürt gerçekliğini kavrayamayanlar
bunu hep yaptılar, daha da yapıyorlar. Çünkü çıkarları
gereği bunu yapmak zorundalar.
Bu yazımda, Bunları niçin yapıyorlar?
tartışmasına girmeyi düşünmüyorum; çuvaldızı
onlara doğrultmadan önce iğneyi kendimize batırmamız
gerektiğine, inanıyorum .
Egemenler ezberini bozmuyor. Zaman zaman iç ve dış
güçleri rahatlatmak için söylem bazında bazı gerçeklere
parmak bassalar bile çabucak rapt u zapt altına girebiliyorlar.
Bunu yaşadık ve gördük. Ömrümüz yeterse bunları daha
da yaşayacağımıza ve aynı filmleri göreceğimize
inanıyorum.
Bunları, umutsuzluk içerisinde olduğumdan
değil, halimiz ve ahvalimizin iç açıcı ve güven verici
olmamasından kaynaklandığını bildiğimden
söylüyorum.
Aydınlarımız gördüklerini söylemekten
korkuyorlar.
Cumhuriyet kurulduğundan bugüne, gördüklerini
söyleyenleri egemenler ya sindirmiş sinmeyenleri ise imha ederek
yok etmiştir.
Bazı aydınlar ise gördüklerini söylemekten
çok rüzgara göre tavır almışlar. Bu ikinci tip aydınların
günümüzde daha da çoğaldığı inancındayım.
Yanlışlık ve eksiklikleri kim yaparsa
yapsın, bunu cesaretle dile getirmek ve ön açıcı
olmak zorundadır aydın. Bunun yerine, Hele bakalım
ne diyecekler, diye beklersek aydın olma özelliklerimizi kaybeder,
daha çok da Birilerinin aydını oluruz.
Aydın, birilerini kendine düşman seçip politika
yapan kişi değildir; aydın gördüklerini söyleyip
insanlık için yararlı olanı söyleyendir.
Kürt aydını, aynen Kürt siyasetçisi gibi
bu konuda sınıfta kalmıştır.
Son süreçte yaşananlardan, yani Başbakanın
Kürt sorunu vardır, Kürtlere haksızlıklar ve yanlışlıklar
yapılmıştır, söylemi ile sonrasındaki
Tek millet, tek devlet, tek bayrak açıklamalarından
yola çıkarak bir örnek ile düşüncelerimi açmaya çalışayım:
Bazı aydınlarımız, Başbakanın
sözlerini sanki hiç söylenmemiş gibi değersiz bularak
dudak bükerek yaklaşırlarken, bazı aydınlarımız
da sanki devlet bu sorunu çözmeye hazırmış gibi kendilerini
alelacele muhatap olmaya hazırladılar. İkinci grup
aydınlarımız, Başbakanın söylemlerine
eleştirel bir gözle bakmadan, işin altında ne bit
yeniği var merak etmeden, daha akılcı ve yol açıcı
olmayı önemsemeden, sadece içeriği belirsiz söylemlere
alkış tuttular.
Bu filmleri daha önceden de yaşadığımıza
ve gördüğümüze inanıyorum.
Bu ve benzeri filmleri hem yakın tarihimizde,
hem de önceki tarihimizde okumuş ve yaşamış
olmamıza rağmen, alelacele zevahiri kurtarırcasına
balıklama işin içinde figüran olmak aydın ve siyasetçilerimizin
baş görevi haline geldiyse, oturup kendimize bakmamız
ve durumumuzu objektif olarak değerlendirmemiz gerekmiyor mu?
Bizi niçin muhatap alsınlar ki? Kendi aramızda
oturup tartışırken her birimiz diğerimizi en
üstten en aşağıya kadar suçlayıp kendimize de
kıssadan hisseler çıkarmıyor muyuz?
Daha da ötesi, güncel politikanın peşine
takılmaktan kurtulabildik mi? Ya da yirmi yıldır
coğrafyamızda yaşanan savaşı, bu savaşın
artı ve eksilerini cesaretle ve korkmadan, savaşın
nedenleri de içinde olmak üzere, korkusuzca tartışabildik
mi? Savaşın neden olduğu sosyal yıkıntıları
görebildik mi? Bunu önlemenin çarelerini yol ve yöntemlerini birlikte
arayabildik mi? Bunları konuşup yazabildik mi?
Bir araya geldiğimizde siyasetçilerimiz ezberlerini
bozmadan beylik laflarla ajitasyon çekip Suçlu ben değilim,
diğerleridir, deyip işin içinden sıyrılmayı
yeğliyorlar.
Aydınımız ise Aman ha bunu söylersem
falancılar darılır, şunu söylersem filancılar
beni vurur endişesi ile karnından konuşur.
Peki biz bu
durumdayken bizleri kim muhatap alır?
Başbakana mektuplar yazarak Ben güzelim, hoşum,
diğeri tu kaka anlayışı sürdüğü sürece
kimseler bizi muhatap almaz. Bu,
aç tavuğun rüyasında darı görmesine benzer.
Birbirimizin eksiklerini yanlışlarını
söyleyelim eleştirelim; ama birbirimize küfretmeden birbirimizin
emeğine saygı gösterip aramıza düşmanlıklar
koymadan... Birbirimize tepeden vurarak çözüm aramanın çözümsüzlüğün
kendisi olduğunu bilmeliyiz.
Ortak aklı bulmak, aramızdaki sarsılan
güveni telafi etmek, siyasetçilerle aydınlar arası diyalogu
geliştirmek, Yalnız benim gibi düşünenler aydındır
demekten kurtulmak, Kürtlere Milat benim deyip kendilerini dayatanlar
da dahil herkese gerçekleri ifade etmemize yarar ki, bugün için
en gerekli olanlardan biri de budur. Bunları becerebilirsek,
birlikte tartışmayı da becerir ve farklılıklarımıza
tahammül ederek ortak noktalarımızı giderek çoğaltırız.
Şu da bir gerçek ki, biz Kürtler ortak çıtamızı
oluşturduğumuzda, egemenler bizleri muhatap almasalar
bile sorunun çözümüne büyük oranda katkı sağlamış
olmaz mıyız? Ben, oluruz, diye düşünenlerdenim.
Şiddeti sevmiyorum ve hiçbir zaman da sevmedim.
Yaşamım boyunca da, Kürtlerin haklarına şiddet
yöntemleri kullanarak alacağına da inanmadım. Ama
şurası da açık ki, birileri sürekli ezilip yok sayılır,
imha edilmek istenirse, karşısındakiler de bunu önlemek
için nefsi müdafaaya geçer ve geçmeleri kadar doğal bir şey
de olamaz.
Elbet, PKK / Kongra Gel tarafından yeniden başlatılan
savaş kararlarını onaylıyor değilim.
Şurası da açık ki, yaşanan son çatışmaların
Kürtlere hiçbir yararı olmayacaktır.
Kürtler adına alınan son savaş kararı,
Kürtlerin çıkarına değildir. Şiddeti hep egemenler
dayattı ve artık bundan bir sonuç alamayacaklarını
bir kısım devlet yetkilileri de, önde gelen köşe
yazarları da söylüyor.
Bana göre, sorun olarak görülen Kürtlerin siyasal,
kültürel, sosyal ve ekonomik sorunları ancak barışçıl
demokratik yollarla çözülebilir..
Siyasal oluşumlarımızı legal demokratik
zemine uygun olarak ağırlıkla özgür bireylerden oluşturmalıyız.
1980 askeri faşist darbesi öncesinde insanlar henüz daha özgür birey olmayı
beceremeden kurulan siyasal partiler ve bunların yürütücülerinin
anlayışı o gün için gerekli olabilir. Ama günümüzde,
şeyh mürit ilişkisinin temelinde yürüyen siyasal partilerin
realiteye uygun olmadığı, yaşanan bunca sıkıntılardan
olumsuzluklardan yeterince anlaşılmıştır,
inancındayım...
Hep bizi ezen yok sayan anlayış ve sistemi
eleştirmek, biraz da sistemin
aksaklıklarından kaynaklanan bir handikaptır.
Biraz da değil; çok çok kendimize dönüp ezberlerimizi
bozmamız kendi yanlışlıklarımızı
görüp kendimize çeki düzen vermemiz gerekir.
Siyasetçilerimiz kendi ezberlerini bozmalı, reel
durumu görmelidirler. Yanlışların, partileri ve kadroları
nasıl un ufak ettiğini görüp kendilerine çeki düzen vermeli,
kendilerini milat olmaktan uzak tutmalıdırlar. Kürt aydın
ve siyasetçileri, hem kendilerine hem de kendi dışındaki
siyasetçilere saygı göstermeli, emeği geçen her bireye
karşı hoş görülü ve tahammüllü olmalıdırlar.
Aydınlar eleştirel olmalı, gördüklerini
söylemeli ve birilerinin aydını olmaktan kurtulup yol
gösterici olmalı, reflekslerini doğru ve zamanında
yapmalıdırlar. Yoksa biz, biz olmaktan çıkıp
birilerinin oyuncağı olur veya kıymeti harbiyesi
olmayan kendi çalıp kendi oynayan insanlar olmaktan kurtulamayız.
Bu halka karşı sorumluluk taşıyan
vicdanını kaybetmemiş siyasetçi ve aydının
yapması gereken antilerimizden kendimizi kurtarıp birbirimize
tepeden vurmadan ortak paydalar bulma yolunda olmalıyız;
bunu yaptığımızda kazanacağız...
İhtiras ve komplekslerimiz bizi olsa olsa birbirimizden
ayırır, arınma sürecine girip kendimizi değerlendirmeliyiz,
eksiklerimizi görüp hata yapmışsak özür dilemeliyiz. Bu
bazılarımız için
çok şey ifade etmeyebilir ama gerekli güvensizlik ve birbirini
beğenmeme lüksünden kurtulmanın yolu bundan geçiyor.
Siyasetçiler çok kırıp döktüklerini, aydınlarımız
ise reflekslerini, gördüklerini zamanında ortaya koymadıklarını
görmelidirler.
Aramıza ekilen bu güvensizlik ve suni düşmanlıklar
halkımızın çıkarlarına terstir. Sorumluluk
sahibi herkes bu tehlikeli gelişmelerden payını alsın.
Ben kendi payıma düşene razıyım
ve kabulümdür.
Ortak akıl ve sarsılan vicdanımızı,
kaybedilen insani değerlerin kazanılması umuduyla.
|